Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mevlüt Özben, tüm dünyada öfkenin kol gezdiğini belirterek, “Depresyon kitleselleşti” dedi.
Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü etkinlikleri çerçevesinde Aile ve sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü ile Atatürk üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi işbirliği ile “Gençlerle şiddetsiz gelecek” konulu panel düzenlendi.
Panelde konuşan Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mevlüt Özben, nesiller arası aktarımı olan sosyal bir olgu olarak şiddetin daha çok güç ilişkileri içinde değerlendirilmesi gereken bir konu olduğunu ifade ederek, “Bir tarafın, diğer tarafın bedensel, maddi, kültürel ve simgesel bütünlüğüne zarar vermesi biçiminde tanımlanan şiddetle mücadelede güçlü bir farkındalık son derece önemlidir. Şiddet, kendini daha çok aşırılıkların olumsuzluk, fenalık içeren durumlarıyla ortaya koyar. Bu yüzden şiddet konusunda dikkat edilmesi gereken nüansların başında aşırılık gelir. Bu yönüyle şiddet, ölçüsüzlüğün olumsuzluğudur. Konu ne olursa olsun aşırılıkların şiddete dönüşme potansiyeli vardır. Örneğin sevgimizi bir erdemmiş gibi aşırıya kaçarak gösterdiğimizde sevgiden bile şiddet üretilebilir” dedi.
“Şiddet konusu incelendiğinde ilk göze çarpan hususlardan biri “yakın ilişki içinde şiddettir” diyen Prof. Dr. Özben, “Yakın ilişki içinde şiddet olgusunun kaynağının erkekler olduğu ileri sürülse de, bu saptamayı daha etraflıca değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü tarihsel bir sürekliliği olan evrensel bir konuyu erkeklere bağlamak büyük bir kolaycılık gibi geliyor bana Ben, erkekleri şiddete daha yatkın olmaya zorlayan eril kültürün erkeklere de şiddet uyguladığını düşünüyorum. Erkekler de tıpkı kadınlar gibi erkekler de varoluşsal bakımdan şiddetin mağdurlarıdır. Bu yüzden, erkekliğin şiddeti doğurduğunu değil, erkekliğin bazı koşullarda şiddet içeren eylemler yoluyla inşa edildiğini bilmek önemlidir.
Diğer taraftan şiddetle sahici bir mücadele açısından şiddetin her çeşidinin şiddet olduğunda mutabakata varmamız gerekiyor. Yani gelenektir, adettir, spordur, eğlencedir şeklinde, şiddetin savunusu yapılamaz. Tam da bu yüzden, hem henüz bilinç düzeyine çıkmamış hem de yeni şiddet türlerine karşı güçlü bir farkındalık geliştirmek bir bütün olarak şiddetle mücadele açısından son derece önemlidir.
Şiddet, kaynakları bakımından doğrudan, yapısal ve kültürel olarak sınıflandırılır. Biz farkındalık olarak doğrudan şiddete odaklandığımızdan çoğu kez diğer ikisini ıskalarız. Oysa hem yapısal hem de kültürel şiddet doğrudan şiddetin görünmeyen, analize muhtaç kaynaklarıdır. Üstelik kültür ve yapısal sistem farklı şiddet türlerini olumladığında şiddeti algılamak, ayırt etmek oldukça zorlaşır.
Şiddet konusu ile ilgili dikkatlerinizi çekmek istediğim bir konu var! Bir duygu biçimi olarak öfke de diğer duygular gibi bulaşıcıdır ve çok kolay şiddete evrilebilir. Günümüz dünyasında çeşitli nedenlerden dolayı öfke kol geziyor. Son birkaç on yıldır, neo-liberal sistemin en dikkat çekici yan etkilerinden biri de, daha çok insanın öfkeli ve mutsuz olması oldu. Yıllar önce Margaret Thatcher’ın neo-liberal itikadı “Toplum diye bir şey yoktur; yalnızca erkek-kadın bireyler ve aile vardır” cümlesiyle ilan etmesi bugünün mutsuz ve öfkeli kalabalıklarının habercisiydi adeta. Küreselleşme süreçleriyle başka bir seviyeye evrilen sermaye, devletten kenara çekilmesini ve her şeyi “görünmez elin” (piyasanın) kontrolüne devretmesini talep ettiğinden bu yana insanlar dünyanın büyük bir bölümünde piyasanın yapısal şiddeti ile karşı karşıyalar. Tüm dünyada adaletsiz gelir dağılımı, güvenlik ve dayanışma mekanizmalarındaki aşınmalar, uluslararası terörizm, göçmenler, yabancılar, çevre sorunları ve bir çok sorunla kişi olarak baş etmek zorunda kalmaları insanların mutsuz, endişeli, güvensiz ve öfkeli olmalarına neden oluyor.
Üstelik, insanlar öfkelerini yalnızca başkalarına değil, kendi kendilerine de şiddet olarak yansıtabiliyorlar. Bugün artık, başkalarına karşı şiddete bir de kendine karşı şiddet olarak değerlendirebileceğimiz kaygı verici bir durumla karşı karşıyayız. Örneğin, kişinin kendi içine yıkılmış şiddetin dışa vuruş biçimi olan depresyon kitlesel bir boyut kazanmıştır. Psikiyatrlar depresyonla yaşamayı öğreterek büyük bir iş başarıyor olmalarına rağmen, bu sorunu çözmüyor ne yazık ki Mutsuzluk, kaygı, korku, güvensizlik, yalnızlık vb olumsuzlukları oluşturan yapısal şiddet işlerlikte olduğu sürece, şiddetin daha yıkıcı ve korkunç sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalınacağı bir gelecek bekliyor bizi” şeklinde konuştu.