Kendini bilme, kendini gerçekleştirmede ramazan insana hangi fırsatları sunar?
Ramazan ve oruç mektebinde gündem insanın bizzat kendisidir. Bu mübarek günler insanı kendine, Kur’an’a ve Rabb’ine yaklaştırır. Kalp;rahmet, bereket ve feyiz dolu günlerde daha bir hassaslaşır, yumuşar ve duyarlılıkları artar. Bu durumda insan; nefsini karşısına almakta, bir bakıma kendisi ile hesaplaşmaktadır. İnsanlarla ve kainatla olan münasebetlerine, güzel kulluk eyleyip eyleyemediğine, Kur’an’a sıkı sarılıp sarılamadığına dair gönlünün derinliklerinde içtenlikle cevaplar arar. Karamsarlığa düşmeden nefsini nasıl aşabileceğini, onun taleplerine nasıl gem vurabileceğini, iradesini nasıl güçlendirebileceğini düşünür.Bu dünyaya gelişimizdeki temel mesele ubudiyet ise, bunun başlangıcı önce Allah’ı tanımadır. Allah’ı tanımanın yolu da kendini tanımaktan geçer. Burada bir marifet var. Alak suresinin “Yaratan Rabb’inin adıyla oku. O insanı "alak"tan yaratı" ayetleri ilk okuyacağımız şeyin insanın kendisi olacağını gösteriyor. Bu ayeti kerimede Allah bizi kendimize yönlendiriyor, kendimizi tanımanın ilk mesajını veriyor. Kim olduğuna, nereden gelip nereye gittiğine, zaaflarına ve kabiliyetlerine dair marifetle kendini tanıyan insan; kendisini gerçekleştirmeye, tasavvufî ifadesiyle kendini aşmaya aday hâline gelir ve “kendini bilen Rabbini bilir". Bu bakımdan oruçta insana kendini fark ettirecek, kendini gerçekleştirmeye katkı sağlayacak güçlü özellikler vardır. Ve bu zaviyeden bakıldığında ramazan, marifet ve muhabbete açılan kapımızdır.
Ramazanda insan neden manen daha güçlü olur?
İnsanoğlu genel kabulle anasırı erbaa dediğimiz dört ana unsurdan oluşmaktadır: Toprak, su, hava, ateş. Toprak ve su insanın bedenî tarafı,hava ve ateş ise manevî ve ruhanî tarafıdır. İnsan Mevlânâ’nın ifadesiyle yağlı ballı şeyler yediği zaman bedenini besler. Onları azalttığı zaman hava ve ateş yükselir. İşte o zaman aşk ve muhabbet canlanır. Malum;ramazan kelimesinde bir yanma manası var. Buradaki yanmaktan kasıt insanın turabî tarafını yakıp, kalbî ve vicdanî tarafını güçlendirmesidir.
Ramazanda fuyûzât, bereket, sekîne ve farklı bir itminan hâlini birlikte hissederiz. Hem toplumun genel yapısı buna hazırlanır, hem de kendi içimizde bunun kabulüne yönelik duygular neşet eder. Bileşik kaplar gibi insanlar arasında daha nitelikli münasebetler başlar. İnsanlar birbirlerinin gözlerine, yüzlerine baktığında daha pozitif bir elektrik alırlar. Biri diğerine sataşacak olursa da, diğeri; “ben oruçluyum" der. Ben oruçluyum; “nefsimi bağlamışım, güzel görmeye, güzel düşünmeye, güzel davranmaya söz vermişim. Elime, dilime ve sair azalarıma sahip olmaya karar vermişim. Kendimi ve irademi O’nun külli iradesine bağlamışım. İmsakimi gerçekleştirmemde bana yardımcı ol",şeklinde bir tazarru ve nezaket ifadesidir. Bu bağlanma manevî hayatımızı besler.
Ramazan, ibadet yoğunluğu olan bir zaman dilimidir. Kur’an en çok ramazanda okunur. Namaz en çok ramazanda kılınır. Oruç farz olarak ramazanda tutulur. Zekat ve sadakalar fedaili(faziletleri) çok olacağı düşünülerek ekseriyetle ramazanda verilir. Umreler ramazana denk getirilmeye çalışılır. Evrad, ezkar ramazanda artar. Bütün bu ibadetlerin tezkiye ve terbiye edici anlamları vardır, şüphesiz.Huzurun, barışın temel şartı insanın nefsini tezkiyesidir. İç barışını tesis etmiş olanların bulunduğu toplumlarda bu huzur dalga dalga topluma yansır. Kendi ile barışık olanın diğeri ile kavgası olur mu. Bu bakımdan ramazan huzur kaynağımızdır.
Oruç bir ‘verâ’ talimidir diyebilir miyiz?
Oruç sadece yemek içmek ve bir takım bedenî ihtiyaçlardan uzak durulması değil, varılmak istenen bir hedef var: Takva duygusu yani vera; şüphelilerden uzaklaşmak, kalbi korumak. İmsak işte bu hedefe matuftur. İmsakla, helal ve meşru olan pek çok şeyi kendimize yasak kılıyoruz. Ağızdan çıkan sözlere, ağızdan giren lokmalara sahip olmayı, bunları kontrol altına almayı, yemenin zamanını tayin etmeyi, helâl ve meşru olan şeyleri yemeyi talim ediyoruz. Kitaplarımızda vera; “Ağızdan çıkanın (söz) ve ağızdan girenin (lokma) Allah ve Rasûlü’nün istediği istikamette olmasıdır." Diye tarif edilir. Oruç işte bu vera duygusunu daha yoğun bir şekilde bize talim ediyor. Orucun fazileti ile ilgili “Ey iman edenler, Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı." (Bakara; 183)ayeti kerimesi bunu çok net bir şekilde ortaya koyuyor.
Ramazanda paylaşımlarımız neden artar?
Oruç vermeyi sevdiren bir ibadettir. Sevgiyi,zamanı, emeği, malı verebilmek diğer taraftan almak demektir. Denir ki insan, kendini faydalandığı yerden çok faydalı olduğu yere ait hisseder. İslâm, ibadetle itaatle, camiyle, namazla, oruçla insanı bağlıyor. Bu bağlanmanın eğitici ve inşa edici değeri var. Meselâ oruçta insan, kendi acziyetini fark ediyor. Karun ve Firavun maddî varlıklarıyla azgınlaşmışlardır. Bunlar açlığı bilselerdi bu kadar azgınlık göstermezlerdi. Çünkü insan kendini müstağni görünce dalalete düşmesi daha kolaydır. Allah kendinde güç ve varlık vehmeden insana mülkün gerçek sahibinin kendi olduğunu hatırlatır, azamet, büyüklük bana ait der. İnsanın yediği önünde yemediği ardında olunca nimetler küçük görünür gözüne. Çok fazla doymak yeni açlıklar getirir. Oruç çok fazla doymamayı, her nimetten yeteri kadar istifade etmeyi, Allah için vermeyi, paylaşmayı öğretir. Paylaşmakta rahmet vardır. Ramazanın neşesi ve güzellikleri sadece müminler arasında yaşanmaz. Bu halkaya diğer din mensupları da hep dahil olmuşlardır. Onlarla da güzel paylaşımlarımız olmuştur. Bu topraklarda yaşayan bütün insanların dahil oldukları bir neşedir ramazan. Bu manada iftar sofraları sadece yenilen içilen mekanlar değil, aynı zamanda barışını, hoşgörünün, komşuluğun, dostluğun, sılai rahimin ve birlikte yaşamanın hakkının verildiği mekanlar olmuştur.
Oruçla insan acziyetini fark ediyor dediniz? Bu farkındalık insana neler kazandırır?
Bu farkındalık bireysel ve toplumsal selametimizi sağlar. Aziz Mahmut Hüdâî Hazretleri;“
Alan Sensin, veren Sensin, kılan Sen
Ne verdinse odur dahi nemiz var
Hakîkat üzre anlayıp bilen
SenNe verdinse odur dahi nemiz var
Tutan el u ayak Senden gelüpdür
Gören göz u kulak Senden gelüpdür
Efendi dil dudak Senden gelüpdür
Ne verdinse odur dahi nemiz var..." der. İnsanın acizliğinin farkında olması, benim dediğim şeylerin hiç biri benim değilmiş, geldim ve gidiyorum diyebilmesi; sevinçlerin daha bölüşülebilir, acıların daha katlanılabilir olması demektir. İnsanın acizliğinin farkında olması, güzellik kulluk demektir. Dua demektir, yakınlık demektir.
Ramazanın manevî kazanımlarını çabuk mu harcıyoruz?
Kazanımlarımızı hoyratça harcadığımız taraflar var. Yine de bu kazanımların bizim kişiliğimizde silinmez izler bıraktığını düşünüyorum. Bu izlerle ramazanın rahmetini diğer aylara taşıyoruz. Ramazanın geliştirdiği ahlâkî ve toplumsal duyarlılık, ramazandaki kadar güçlü olmasa da on bir ay tavır ve davranışlarımızda,bütün münasebetlerimizde okunan bir imza gibi. Fakat hayat biteviye akmıyor. İniş ve çıkışları var. Ve dünya steril değil. İnsan günah işleme istidadında yaratılmıştır. Önemli olan;yaptığının farkında olmak, toparlanmak, tevbe etmek. Pişmanlıkla dökülen göz yaşı, af dilemek, yakarmak Cenabı Hakk’ın hoşuna gider.Özgür bir alan bırakmış Yaradan insana. İnsan tercihlerini kendisi belirleyecektir. İnsan isterse meleklerden daha yukarı çıkabilir, nefsini bırakırsa aşağıların aşağısına reddolunabilir. İnsan olmanın özelliği ve güzelliği burada. Bununla beraber ramazan insanın tercihlerini belirleyen iradeyi terbiye eder. Temiz olana meyletmeyi, temiz olanı seçmeyi öğretir. Nefis dediğimiz şey en kolay ramazanda dizginlenir.Ramazan nefsi fark etmek anlamında da bir fırsattır. Nefis diye bir şey olduğunu, onun yaptırmak istediklerini fark ederiz. Elimize, dilimize, gözümüze sahip olmanın lazım geldiğini fark ederiz. Bu fark ediş kimseyi incitmemeye,kimsenin kalbini kırmamaya daha iyi, daha güzel insan olmaya yöneliştir. Bir aylık süre bunları meleke kesbetmek için az bir zaman değildir. Malumunuz ‘erbaîn" denilen bir şey vardır. Erbaînde insan kırk gün süren bir riyazata girer,çileye talip olur. O süre içinde kendini frenlemeyi nefsin isteklerini kontrol etmeyi talim eder.
Yunus’un “... Derviş gönülsüz gerek/Sen derviş olamazsın/Sen Hakk’ı bulamazsın" dediği gibi gönülsüzlüğü öğrenir. Gönülsüzlükten kastedilen incinmemektir. İncinmemek; halimselim olmaktır. İncinmemek, incitmemekten daha zordur. Ham, hoyrat davranışlardan incinmemek herkesin kârı değildir. Bir bedevinin Efendimizin yakasından tutup; “…babanın malını vermiyorsun…" demesi üzerine onun gösterdiği tavır, incinmeme ahlâkı için emsalsizbir örnektir.Modern insan çok hızlı yaşıyor. Tahrip edici bu hıza ve gürültüye karşı Batıda yavaşlama talimleri yapılıyor.
Ramazan insanı hızın tutsaklığından kurtarmak, onu munisleştirmek için bir imkân olarak sunulabilir mi?
Ramazanın hareketin hızını düşürdüğü, hayatın akışını itidale çektiği biliniyor. Hızlı hayat akışında ihmal ettiğimiz, görmemiz gerektiği hâlde görmediğimiz şeyleri fark ettiriyor.Komşuluklarımızı, akrabalıklarımızı, dostluklarımızı fark ettiriyor. İnsana kendi acizliğini ve başka acizlerin olduğunu fark ettiriyor. Bizim kültürümüzde teenni ile hareket etmek daha makbuldür. Acele hareket edenler yolda kırıp döktüklerinden haberdar olmazlar. Ne pahasına iş olursa olsun iş görmek değil, insanî hezimete sebebiyet vermeden, kırıp dökmeden,yıkıp yakmadan sağlam ve sahih iş görmek esastır. Bu manada yeri gelmişken bir bercesteyi söylemek isabetli olur kanaatindeyim:“Erişir menzili maksuda aheste giden,Tizi efdar olanın pâyine damen dolanır." (Maksadına erişir yavaş giden, acele edenin ayağına eteği dolaşır.)
Efendim, İbni Kemal de; “Tiz olma teemmül kıl/Her hâle tahammül kıl/Tedbiri bozar takdir/Allah’a tevekkül kı." der.
Tedbirle birlikte tahammül ve tevekkül gerek. Teknolojik hayatın getirdiği hız maalesef insanı kuşatıyor. Bu yarış kendini muhakemeye ve muhasebeye imkan vermiyor. Muhasebesiz bir hayat yanlışlarla doludur. Serttir,hoyrattır, sığdır. Her davranışın önünde ve sonunda muhasebe lazım der, Muhasibî. Her ne yapıyorsa insan; “bu yaptığım, bu söylediğim dünya ve âhiret bakımından ne kadar hayırlıdır, nihayetinde de bundan ne kazandım" diye hesabını yapmalıdır. Bu hesaba bütün hak sahiplerinin hakları dahildir. İnsan; kendi hakkını, kul hakkını ve Allah hakkını gözetmek ve her hak sahibinin hakkını teslim etmekle mükelleftir. Ramazan kalbî yönelişlerle bütün hak sahiplerinin hakkını gözetme açısından ne durumda olduğuna dair bir iç sorgulama imkanı sunar çok şükür.Minarelerinde mahyalar, camilerinde tekbir ve salavatlar, iftar çadırları mukabeleler, sahurda bir bir yanan ışıklar, vaaz u nasihatlerle büyük bir coşku dalga dalga topluma yayılıyor. Büyük bir bütüne ait olduğunu hatırlatıyor herkese. Hızın kıskacında daralan gönüllerin bu Ramazan neşesine ihtiyacı var. Ramazan içinde büyük bir geceyi; Kadir gecesini taşıyor. Kadrin kıymeti neredengelir?
Bu gecenin değerini sağlayan Kur’anı Kerim’dir. Kur’anı Kerim sebebi huzurumuzdur.Dünya ve ahiret mutluluğumuzdur. İnsanlığımızı gerçekleştirmede rehberimizdir. Kur’an bu gece inmeye başladığı için Kadir kıymetlidir. Ruh ve melekler bu gecede Rabbin izniyle her bir emir için inerler. Bu inişle topluma bereket, sürur, sevinç, huzur ve sekine yayılır. Bu Kur’anî bir tespittir. Bu manevî kuşatmayı bütün benliğimizle hissederiz. O gece selâmdır. Selâm yeryüzünde yalnız olmadığımızın, yalnız bırakılmadığımızın ilânıdır. Ramazan bizi Kur’an’la daha çok yakınlaştırır. Asl olan bize Kur’an’ın emrettiği taleplerdir. Mana ve muhteva bizden neyi istiyor, o noktada noksanlarımızı gidermektir. Bu söylediğimden Kur’an lafzî olarak ramazanda okunmasın diye bir anlam çıkarılmamalıdır. Kur’an okumak, okunanı dinlemekten ayrı bir bereket oluşur. Onu da yapalım, ancak manayı da ihmal etmeyelim, Kur’an’ı anlamaya yönelik bir çabamız olsun. Hatta kendimizi geliştirmeye yönelik Kur’an kaynaklı kitaplar, hadisi şerifler, salavatlar okuyalım. Ve başka faydalı kitapları da. Okumaya, anlamaya ve okuduklarımızı hayırla hayata dahil etmeye ihtiyacımız var. Allah, Kur’an’la aydınlananlardan, ramazanın feyz, bereket ve rahmetinden hissedar olanlardan eylesin. (Amin)
NOT: BU SÖYLEŞİ METNİ, OKURLARI DOĞRU BİLGİLENDİRMEK AMACIYLA DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI DİYANET AVRUPA AYLIK DERGİSİNDEN ALINARAK YAYINA KONULMUŞTUR.