Önce Nesrin Hocaya yazan yorumcuya derim ki; bizim öyle bir takıntımız olmadı,kimseye hakaret de etmedik etmeyiz.Yapılmayanları sadece eleştiririz.Bu eleştirilerimiz de hakaret değildir.Eleitiri demokrasilerin özünde vardır.Eleştirilmeyen kurum ve kişiler zamanla çöker ,çürür ve yok olurlar.Yorumcu arkadaş,siz "bilim ve bilişim" soyut kavramlar demişsiniz.Bilim kelimesi;kâinatta olan olayları seçen ve konu alan,deneylere dayanan,gerçeklik ve yöntemlerden yararlanarak düzenli bilgi elde etmektir.Bilişim de;bilimin dayanağı olan bilginin,özellikle elektronik makinalar aracılığıyla,
insanın,düzenli ve akla uygun bir şekilde işlenmesi bilimidir. Lütfen önce kelimeleri yerli yerine oturdunuz ve öyle yazınız.Sonra,bu kelimeleri biz ilk defa kullanmıyoruz ki öyle afallıyorsunuz.Mesela beş gün önce,Kafkas Üniversitesi,Tıp Fakültesi Dekanı Sayın, Prof.Dr.Bünyamin Önal Bey de Uluslararası bir sempozyumda şöyle diyor: "Bilim yapmak isteyenlerin kaynak bulabileceğini,ama bilim yapılmadığını" söylemektedir. Bugün bu sözü bu ülkede ehl-i vicdan sahibi birçok akademisyen söylemektedir. Hatta,eski yök Başkanı Yuzuf Ziya Özcan,10.01.2010 tarihinde,Uşak Üniversitesinde yaptığı bir konuşmasında Türkiye’deki üniversitelerin derin bir uykuda olduğunu söyleyerek “Türkiye bugün ,domates ve buğday gibi ürünlerin tohumlarını yurt dışından ithal etmektedir.Üniversitelerimiz açısından bu utanç verici bir durumdur. Biz ekonomiye ne katkı veriyoruz?Yeni yeni teknolojler mi üretiyoruz? Bugün domatesin tohumunu İsrail’den,buğdayın tohumunu Amerika’dan alıyoruz.Utanç verici bir durum.Bugün bir kilo tohum altından daha kıymetli.Bizim ziraat fakültelerimiz bu işlerle hiç ilgilenmiyor mu ?Eğer bugün memleketimiz bu durumdaysa bunun sorumlusu biziz” yani üniversitelerdir demektedir. Bu sözler bir önceki YÖK Başkanı,yani üniversitelerin en başındaki akademisyene aittir. Buyurun size üniversitelerin ve ziraat fakültelerinin içler acısı durumları. Bize söz yetiştiren buradaki yorumculara soruyorum. Bugüne kadar bu üniversiteler burada sözü edilen hangi teknolojik eserleri bilimsel icat edip ürettiler? Hiçbirisini.Yıllardır Türkiye, teknolojiye milyar dolarları verdi.Ülkemiz teknolojiyi üreten ve satn ülkelerin “Pazar kolonisi” oldu. Eğer gelişmiş ülkeler gelişmiş ve kalkınmışlarsa ve teknolojiyi üretip satıyorlarsa bunu üniversitelerine borçlular.Biz de bu perişan ve fakirliğimizi üniversitelerimize borçluyuz. Hani ürettiğimiz ve sattığımız bir teknolojik eser var mı? Yok. Bu ülkede 65 milyon cep telefonu var,bunların hepsi de yabancıların.Bizim bir markamız var mı ?
Yok.Kullanılan tüm teknolojik eserlerin hepsi yabancılara ait değil mi ? İçlerinde bizim üniversitelerin ürettiği bir eser var mı ? Yok. 13 bin prof.tan,11 bin doç.ten hangisi “Nobel Ödülü” aldı?Hiçbirisi.Ama İsrail’den bugüne kadar,106 bilim adamı bu ödülü aldı.Dünyanın ilk 100 üniversitesinde yoklar. 200’de bir,500’de beş üniversite var.Atatürk Üniversitesi 3000 üniversite içerisinde 890. sırada.Zaten bu sıralamayı yapanlar,500’den sonrasına pek bakıp aldırmıyorlar.Bunlara da bir isim veriyorlar!.. Nesrin Hanımefendi, Hocasının kitaplar çıkarıp neşrettiğini söylüyor Bakınız Hanımefendi, üniversiteler bilgi aktarılan ve belletilen yer değil,bilgi üretilen ve araştırma yapılan yerlerdir. Bakınız tekonolojiye dönüşmeyen,toplumun gelişmesine katkısı olmayan, bilimin temellerini sorgulamayan yayınların hiç önemi yoktur.“Unutmayınız ki bilim,bilişim, üretim,yüksek düzeyde araştırma,teknoloji
üretme,patent alma üniversitelerin asli görevleridir.Bilim adamlarının görevi bunları icat etmek üretmek ve sanayiye uygulamaktır.Bugün bir Samsung ,bir Apple yarışmaktadır.Hani bizim dünya çapında marka olmuş,insanlığın hizmetine sunduğumuz bir teknolojik eserimiz var mı? Yani Samsung’u icat eden Koreli bilim adamları çok zeki de bizimkiler… Bana hamasi duyguların aktarmayınız,elle tutulur,gözle görülür bu gibi teknolojik eserlerden ve çalışmalardan bahsediniz.Üniversite demek öğrencilere akademik bilgilerin aktarıldığı yerler değil,bilimin vb.üretildiği yerlerdir.Bırakınız bu” tekkeyi bekleyen,çorbayı içer” medrese anlayışını da bu asrın pozitif bilimlerinden bahsediniz ve yapınız.Bugün kullanılan tüm teknolojik eserler bu şekilde meydana gelmiş ve insanlığın hizmetine sunulmuştur.Siz eserler diyorsunuz da mesela bir Harvard
Üniversitesinin kütühanelerinde 17 milyon kitap varken bizim 164 üniversitemizde toplam,sadece 3 milyon kitap bulunmaktadır.Bu konuda da taaaaaaaaaaaaa gerilerdisiniz. Bizim üniversitelerle bir alıp vereceğimiz yoktur.Ama araştırma,bulma,icat etme ve bunları teknolojik eser olarak sanayiye sunmak üniversitelerin öz be öz görevleridir.Biz eleşetiririz,sizler de gece gündüz çalışan,mesai mefhumu gözetmeyen,araştıran,bulan,icat eden üreten yabancı bilim adamları gibi görevinizi yapınız,bizler de sizleri eleştirmeyelim. Aksi takdirde bu devamedecektir.Ha Hanımefendi, o yorumunuzun bir yerinde “mebal”demişsiniz belki sehven yazılmıştır aslı “vebal (mes’uliyet)”dir. Turgut Özal Üniversitesindenbir akademisyen” Akademisyenlerin Toplumdaki Ağırlığı Nedir ?” başlıklı uzun bir makalesinde “Akademisyenler kendilerini çok önemserler.Toplumda,cemiyette hep dikkate alınmak isterler.İlgili,ilgisiz her konuda ,kendilerine danışılmadan pek memnun olurlar.Pek çok akademisyen uzmanlık alanı olmayan konularda ahkam kesmeyi pek severler.Bu nedenle,hemen hemen hiçbir akademisyen, ‘bilmiyorum,alanım değildir’kolay kolay diyemez.Akademsiyenlerin piri sayılan İmam-ı Âzam’a sorulan 10 sorudan 9’una ‘bilmiyorum’ demesini hatırlayınca burada bir problem olduğu ortaya çıkıyor.Akademsiyenler arasında bir kast sistemi vardır.Ünvanlarını pek önemserler.Halkla,avamla ayrık durmayı tercih ederler.Geride bıraktıkları ünvanlı akademisyenlere tepeden bir bakış vardır.Akademik camiada olmaması gerektiği halde prosedürleri,törenleri,
protokolleri,merasimleri severler.Üniversiteler sadece teoriler geliştirmek teorik bilgiler üretmek için değil,toplumu aydınlatmak,eğitimli insan ihtiyacını karşılamak hayata dair problemlere çözümler üretmek ve bu çözümleri tatbik edilir kılabilmek için vardırlar.Ancak bizde akademik camia hayattan,sokaktan,sanayiden,üretimden, iş dünyasından pratikten kopuktur.Eğittikleri insanların mesleklerine intibakları için,ciddi bir zamana,deneyime ihtiyaçları vardır.BİZDE AKADEMİSYENLER GENELDE, BATIDA ÜRETİLENLERİN RİVAYETLERİYLE UĞRAŞIRLAR.Akademisyenler ilmin izzetini korumayı,müstağni olmayı ‘halka tepeden bakma’, ‘başkalarını küçümseme’ şeklinde anlayabilmektedirler… Üretenler, Türkiye’deki üniversite ortamından kurtulup batı üniversitelerine
sığınabilenler.. .” aslında bu uzun makaleden kısa bir bölüm aldık, yazılacaklar çok daha uzundur.İşte Türkiye’deki üniversite ve akademisyen profili bu olduğu için,bugüne kadar bir şey yapılamadı.Bizde bir akademisyen bir makale yazsa hemen kariyerini başa koyar.Batıda adam sadece ismini yazar ve bu makalenin icra alanına bakar,onun içeriğini önemser.Yazacaklarımız çoktur.Amma biz kısa kestik.Selamlar.