Tarihi M.Ö. 4 bin 900’lara kadar uzanan Urartular, Kimmerler, İskitler, Medler, Persler, Parftlar, Romalılar, Sasaniler, Araplar, Selçuklular, Bizanslılar, Sasaniler, Moğollar, İlhanlılar, Safaviler ve Osmanlılar tarafından fetihlere uğrayan Erzurum’da anlatıla anlatıla günümüze ulaşan efsaneler, olayların geçtiği dönemin şartları hakkında bilgi verirken, günümüzde karşılaşılan olaylar karşısında nasıl hareket edilmesi gerektiği konusunda da ipuçları veriyor.
ABDURRAHMAN GAZİ EFSANESİ
Erzurum'da büyük izler bırakmış olan Abdurrahman Gazi, şehitlik ve gazilik mertebesine erişmiş bir insan olduğu için onun manevi şahsiyeti Erzurumlular’ın daima gönlünde yaşamaktadır. Palandöken Dağı'nın üst yamaçlarında türbesi bulunan ve bir ziyartgâh yeri olan Abdurrahman Gazi'nin, Hazreti Peygamber'in sancaktarı olduğu halk arasında yaygındır. Efsaneye göre, Hazreti Peygamber'in İslam Orduları Erzurum'u fethederken, Sancaktarı Abdurrahman Gazi'nin kellesi bir düşman kılıcı ile koparılır ve yere düşer. Kellesini koltuğuna alan Abdurrahman Gazi elinde bulunan İslam’ın Sancağı'nı Palandöken'in en yüce noktasına dikmek üzere dağ yokuşunda koşmaya başlar.
Kellesi koltuğunda, sancağı elinde olan Abdurrahman Gazi Palandöken Dağı'ndaki ‘Şığvaler’ mevkisine gelince dağda bulunan çobanlar evvela dona kalırlar, sonra biri dayanamayıp:
“Olaaa hele bakın şuraya, eskerin kellesi koltuğunda dağa doğru koşuyor”
diye bağırmağa başlar. Abdurrahman Gazi Efendimizin Sancaktarı ve Ashaptan evliyaullah bir zat kem göz onu orada nazara getirir ve olduğu yere düşer kalır. Hem gazilik hem de Şehitlik rütbesine ermiştir. Palandöken'in Şığvaler tepesi denilen Sultan Sekisi yamaçlarında ruhunu teslim ederken Ona kavuşmaya çalışan kardeşi de Türbe Deresi'nde aynı anda şahadete erişir. Her iki kardeş Erzurum halkı tarafından ruhlarını teslim ettikleri yerde defnedilir. Ve o tarihten sonra da Abdurrahman Gazi'nin Kabri Erzurum için büyük bir ziyaret merkezi olur. Zamanın Valisi Yusuf Ziya Paşa buraya birde Camii yaptırmıştır. Erzurum’a gelip de Abdurrahman Gazi’yi ziyaret etmeyenler bir daha Erzurum’a gelecekleri rivayet edilir.
ÇOBAN DEDE EFSANESİ
Köprüköy’de bulunan ve Çoban Dede efsanesinin anlatıldığı yerdeki taşlar, çoban ve koyunları ile bir ejderhaya benzetilmektedir. Efsaneye göre çok eskilerde bir çoban yaşarmış. Bir ejderha, çobanın sürüsüne musallat olmuş ve her geldiğinde bir koyunu alıp götürüyormuş. Günler sonra azalan sürüsüne üzülen çoban Allah’a yalvararak ejderi taşa çevirmesini ve buna mukabil kendisinin bir koç kurban edeceğini söylemiş. Allah duasını kabul etmiş fakat çoban kurbanını kesmemiş. Bu nedenle de Allah çobanı ve koyunları taşa çevirmiş.
MURAT PAŞA CAMİİ
1572 yılında II. Sultan Selim’in vezirlerinden Kuyucu Murat Paşa tarafından Erzurum’da valilik yaptığı dönemde yaptırılan caminin önemli bir efsanesi mevcuttur.
Ahmediye Camisinin temelleri üzerine yaptırılmaya başlanan Murat Paşa Camiinin inşaatı esnasında, Murat Paşa önceki camiyi yaptıran kişiyi rüyasında görür ve onun da sevabını devam ettirmek amacıyla eski caminin minaresini yeni camide kullanacağına söz verir, ancak bu rüyayı ve rüyada verdiği sözü unutur.
Bir gün Murat Paşa’nın karşısına bir adam dikilerek;
“Ahmet’e verdiğin sözü tut” der.
Paşa karşısındakinin Hızır olduğunu anlayarak,
“Peki benim bu işten ne kazancım olacak” diye sorduğunda,
Hızır Aleyhiselam;
“Camin yıkılıncaya kadar beş vakit namazdan birini caminde kılacağım” diye söz verir.
Murat Paşa eski caminin minaresini yıkmayarak kullanır taki ancak 1920’li yıllarda bir fırtına sonucu kendisi yıkılıncaya kadar. 1956 - 57 yıllarında yıkıldığı yere yenisi yapılır ve Hızır Aleyhiselam’a verilen söze sadık kalınarak aynı yere yapılır. O nedenle minare bugün bile camiden ayrı ve görenleri hayrete düşürecek biçimde cami ile alakasız gibi durur.
Bu efsaneye göre 5 vakit namazını bu camide kılan kişinin vakitlerden birinde Hızır Aleyhiselam ile karşılaşacağına inanılır (Tabii tanırsa.) Hızır Aleyhiselam’ın her gün bir vakti burada kılacak olmasından olsaki, Murat Paşa Camii çok temizdir. Genel olarak sürekli kapı ve penceresi açık ve girilip çıkılan camilerimizin sürekli temizlenmesi gerekirken ve çoğu iki günde bir temizlenirken, Murat Paşa’da temizlik adeta görünmeyen güçler tarafından yapılmaktadır. Halı üstleri, pencere içleri, aykkabılıklar tertemiz ve sanki hiç kullanılmamış gibidir.
GELİN GELDİ EFSANESİ
Bu efsane Aziziye ilçesindeki istasyon mevkisinde Gelin geldi gölü ile ilgilidir. Ilıca istasyonun bugünkü yerinde vaktiyle bir göl varmış. Zamanla kaybolan bu gölün yerine şu anki istasyon inşa edilmiş. Göl de kaybolmamış fakat eskisine göre nispeten küçük bir göl halini almıştır. İşte bu gölün adı ile ilgili çok güzel efsaneler anlatılır. Onlardan biri şöyledir:
Çevredeki köylerden birinde güzel bir kız varmış. Bu kıza komşu köylerden bir delikanlı âşık olur. Kızın da gönlü delikanlıdadır. Durumlarını ailelerine açarlar. İki gencin evlendirilmesine karar verilir. Fakat araya delikanlının askerliği girer. Kız ile delikanlı murat alıp veremeden ayrı düşer. Kız baba evinde, delikanlı asker ocağında kavuşacakları günü beklemeye başlar. Bir gün köye delikanlının şehit olduğuna dair bir haber gelir. Gelinlik giymeyi bekleyen genç kız, bu haberle yıkılır. Ama elden ne gelir. Artık sevgilisi ölmüştür. Ağlamanın sızlamanın bir faydası yoktur. Kızın yeni taliplileri olur. Babası bunlardan birine kızını verir. Düğün dernek kurulur. Davullar vurulup zurnalar çalmaya başlar. Gelin alayı vakti gelince gelinin atını çeker ve yola çıkarlar. Alay yolda bir gölünü kıyısına gelince bir müddet dinlenmeye karar verilir. Atından inip gölün berrak sularına dalgın dalgın bakan genç kızın aklı hep eski sevgilisindedir. Onu düşünmektedir. Gölün pırıl pırıl sularına bakarken onu sanki suyun içindeymiş gibi görüverir. Hemen doğrulur. Suya doğru koşmaya başlar. Suların sakin güzelliğini boza boza ilerler ve düğün alayındakilerinin şaşkın bakışları altında gözden kaybolur. Kafiledekiler her an gelinin sudan çıkacağını ümitle beklemeye başlarlar. Gölde görülen herhangi bir değişiklik gelinin geldiğine yorulur ve bekleyenler ‘gelin geldi’ diye söylemeye başlar. Gölde meydana gelen dalgalanmalar ‘gelin geldi’, ‘gelin geldi’ diye söylenen sözlerle daha çok hareketlenir. Günümüzde de bu hareketlenme yani göldeki dalgalanmalar halen daha bu sözler üzerine devam etmektedir. Gölün adı da Gelin Geldi Gölü olarak anılmaktadır.
KÜLHANCI BABA EFSANESİ
Hamam sahibi, hamamında tellaklık yapan genç delikanlı Külhancı babayla dertleşmiş.
Ben şimdi nereden külhancı bulacağım. Zor durumdayım, diye yakınmış.
Külhancı babada ustasını çok severmiş:
Hiç üzülme. Git sen dinlen. Kırkgün bu hamamın sorumluluğu bana ait. Yalnız gözünün arkada kalmayacağına söz ver. Giderken dönüp arkana bakma bile. Kırkgün sonra çık gel. Ama sakın şaşırıp da kırkgünden önce gelme. Sözünde durmazsan tüm çabam boşa gider, diye hamam sahibine tembihlemiş
Hamam sahibi de:
Bu deli oğlan bir şeyler kuruyor ama hadi hayırlısı. Dediğini bir yapalım bakalım, diye düşünmüş ve gidip evine kapanmış.
Yalnız her akşamüzeri hamama gelip hâsılatı Külhancı Baba'dan alırmış. Verdiği sözü tutar külhancı hiç dolaşmazmış. Günler günleri kovalamış. Eskiden eşeklerle katar katar odunlar her gün hamam taşınırken, artık hamama kimsenin odun getirmez olduğu hamamcının ilgisini çekmiş.
Yahu, bu deli oğlan külhanı neyle yakar acep? İşin başına geçtiğinden beri hamama ne bir oduncu uğradı, nede bir eşeğin sırtında odun yüküne rastladım. Bu oğlan külhanı neyle ısıtır acep? diye meraklanır dururmuş.
Hamamcının merakı her gün biraz daha artmış. Günler de 39'a dayanmış. Otuzdokuz da bir kırkta bir diyerek, ‘artık dayanamıyorum gidip bakacağım’ demiş. Doğru külhana yollanmış. Bir de ne görsün su haznesinin altında bir tek mum yanmakta. Koca hamam bu mum ile ısınmakta.
Tam bu sırada içeriye Külhancı Baba girmiş:
39 gün bekledin de bir gün bekleyemedin mi? Bir gün daha bekleseydin hamamı gaipten ısıtacaktım, demiş.
Yani hamamcı bir gün daha bekleseymiş yeraltında sıcak su fışkıracakmış ve hamam öyle çalışacakmış. Hamamcının aceleciliği ve merakı yüzünden Külhancı Baba'nın kerameti bozulmuş. Hamamcı çok pişman olmuş ama iş işten geçmiş. Hamamı mumla ısıttığını gelip görmeseymiş Allah'ta ona kudretten sıcak su gönderecekmiş.
TORTUM GÖLÜ EFSANESİ
Tortum ilçesinde bulunan Tortum Gölü’nün güzel bir efsanesi halk arasında şöyle anlatılır. Tortuma bağlı Uzundere Hars (Uludağ) köyünden bir çoban sürüsünü otlatırken, kulağına gaipten bir ses gelir.
Geliremmmmmm…
Çoban şaşırır, sağına soluna bakar, hiç kimseyi göremez. Kendi kendine vehimlendiğini sanır. Akşama kadar bekler ve köyüne döner. Çoban ertesi gün yine aynı yerde aynı sesi bir kere daha işitir. Yine kimsecikler yoktur. Bu hadise üçüncü günde aynen tekrarlanınca çoban köyün büyüklerine konuyu açmak ister, konuşur. İçlerinden güngörmüş bir yaşlı köylü çobana derki:
Evladım, yarın da aynı sesi yine işitirsen, ‘Gel bakalım ne yapacaksın!’ de bakalım ne olacak.
Dördüncü gün çoban ihtiyar köylünün dediğini yapar. Sesi işitir işitmez başlar bağırmaya:
Gel bakalım gel bakalım ne yapacaksın.
Çoban bu sözleri söyler söylemez eteklerinde sürüsünü otlattığı dağın yarısı kopar ve aşağıdan akmakta olan Tortum Çayı’nın önünü kapatır. Böylece bir tarafta göl diğer tarafta kayalardan taşarak akan Tortum Şelalesi oluşur.