Başbakan Binali Yıldırım, Suriye'deki hava saldırısında üç askerin şehit edilmesine ilişkin, "Konuyla ilgili Genelkurmay Başkanlığımızın muhataplarıyla gerekli askeri temasları devam ediyor. Nereden kaynaklandı, nasıl kaynaklandı, tekrarı olmaması konusunda da en kesin ve net şekilde uyarılar yapıldı muhataplara." dedi.
Yıldırım, Çankaya Köşkü'nde, TRT 1 ve TRT Haber ortak canlı yayınında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
Suriye'nin Halep kentine bağlı El-Bab'daki son durumun sorulması üzerine Başbakan Yıldırım, Fırat Kalkanı Harekatı'nda güney sınırları emniyet altına almak, teröristlerin geçişini engellemek ve Türkiye'ye DEAŞ unsurlarının attığı roketlerin önüne geçmek için bu operasyonun başlatıldığını, başarılı şekilde de devam ettiğini söyledi.
Yıldırım, El-Bab'ın etrafının kuşatıldığını belirterek, dün geceki hava saldırısında 3 askerin şehit olduğunu, 10 askerin de yaralandığını hatırlattı.
Konuyla ilgili, Genelkurmay Başkanlığının muhataplarıyla gerekli askeri temaslarının devam ettiğini bildiren Yıldırım, "Nereden kaynaklandı, nasıl kaynaklandı, tekrarı olmaması konusunda da en kesin ve net şekilde uyarılar yapıldı muhataplara. Bu yaşanan olay, bizim oradaki hedeflerimizi, amaçlarımızı asla vazgeçirecek bir konu değildir. Orada sadece DEAŞ'ı bölgeden temizlemek değil aynı zamanda Münbiç ve Afrin bölgesinden hareket edip, güneyde PYD unsurlarının bölgeyi birleştirme amaçlarının da önüne geçmektir." ifadesini kullandı.
Yıldırım, Türkiye'nin, Suriye'nin toprak bütünlüğüne yönelik herhangi bir düşüncesinin bulunmadığına vurgu yaparak, Halep'e yürümek gibi hiçbir hedefin olmadığının da altını çizdi.
Zaman zaman "Güneye doğru gelince amaç Halep" gibi ifadelerin kullanıldığına dikkati çeken Yıldırım, "Böyle bir hedefimiz yok. Hedefimiz, DEAŞ başta olmak üzere PYD, YPG gibi PKK'nın yeni versiyonlarının bölgede oluşturacağı istikrarsızlığı ortadan kaldırmaya yönelik, Özgür Suriye Ordusunun (ÖSO) öncülüğünde başlatılan bir harekattır." diye konuştu.
AB'NİN ALDIĞI KARARIN BİZİM AÇIMIZDAN HİÇ ÖNEMİ YOK
Avrupa Parlamentosunun (AP), Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ile sürdürdüğü müzakerelerin geçici olarak dondurulmasını tavsiye eden tasarıyı kabulüne ilişkin bir soru üzerine Yıldırım, Türkiye-AB arasındaki ilişkilerin bir süreden beri gergin olduğunun sır olmadığını dile getirdi.
Yıldırım, çeşitli vesilelerle Türkiye'ye ayar vermeye çalışıldığını vurgulayarak, "Başkalarının ayar vermeye kalkışması, yönlendirmelerle, işaretlerle, talimatlarla hizaya getirme bizim karakterimize uygun bir şey değil. Biz, kendi kararını kendisi veren, en büyük dayanağı da milleti olan, geleneğimizde hep özgürlüğümüzü canımız kadar önemli bilmişiz. Esaret altına girmeden 16 devlet değiştirerek bugünlere gelmişiz. Bu hassasiyetimizin herkes tarafından görülmesi lazım." değerlendirmesinde bulundu.
AB'de yaşanan gelişmelerin, maalesef Türkiye kamuoyundaki gerçek durumu yansıtmadığını söyleyen Yıldırım, AB'deki ülkeleri zehirleyen iki örgütün bulunduğunu, birisinin PKK ve uzantıları, bir diğerinin de Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) olduğunu kaydetti.
Yıldırım, bu örgütlerin amansız bir şekilde Avrupa'da Türkiye'yi kötülemek için müthiş bir kampanya yürüttüklerini ifade etti.
"AB'nin bugünkü aldığı kararın bizim açımızdan hiç önemi yok." diyen Yıldırım, bunun yaptırımı bulunan bir karar olmadığına işaret etti. Bu kararın daha sonra liderler zirvesinde bir gündem maddesi olarak geleceğini belirten Başbakan Yıldırım, şöyle devam etti:
"Ümit ederim ki Avrupa'da hala vizyoner, Avrupa'nın geleceğini, Türkiye ile beraber inşa etmek isteyen güçlü bir liderlik ortaya konur. Bu hiçbir anlam ifade etmeyen, Avrupa ile Türkiye arasında zaten çok kırılgan olan ilişkileri daha da olumsuz noktaya taşıyacak bir sonuca varmaz.
Varırsa ne olur? Türkiye'nin, AB yolculuğu dün başlamış değil. Neredeyse kara sevdaya dönüşmüş. 60 yılı geçmiş ama katettiğimiz mesafeye baktığımızda AK Parti iktidarı döneminde ciddi ilerleme var; müzakereler başlamış. Bu kararın pratik anlamı şu; 'Biz, müzakere faslı açmayacağız'. Zaten uzun zamandan beri açılmıyor, canları sıkılınca açıyorlar kapatıyorlar, keyifleri gelince açıyorlar. Böyle bir belirsiz süreç uzun süredir devam ediyor."
AVRUPA'YA 3 MİSLİ, 5 MİSLİ DAHA ÇOK ZARAR VERİR
Türkiye'nin aslında bölgede, Avrupa'nın güvenliğini de sağlayan bir ülke olduğunu vurgulayan Yıldırım, şunları söyledi:
"Düşünün, Türkiye olmazsa ne olacak? Bütün bu Ortadoğu'dan, kargaşanın, savaşın yaşandığı bölgelerden akın akın mülteciler Avrupa'yı istila edecek ve çok büyük bir sorunla yaşamak zorunda kalacaklar. Türkiye buradan bütün bu sorunları, kendi içerisinde yönetebilen bir ülkedir. Avrupa'nın bunu görmesi lazım. Avrupa ile ilişkileri zehirlemek, kopma noktasına getirmek Türkiye'ye zarar verir kabul ediyorum ama Avrupa'ya 3 misli, 5 misli daha çok zarar verir."
Yıldırım, Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkilere de değinerek, bunun AB'nin alternatifi olarak görülmemesi gerektiğini söyledi.
Türkiye'nin bulunduğu jeopolitik bölgenin ve coğrafi şartların önemine işaret eden Yıldırım, Türkiye'nin hem Avrupa hem Asya kıtasında bulunduğunu hatırlattı. Yıldırım, Türkiye'nin yıllar boyunca "AB'ye üye olunacak" diye diğer ülkelere sırtını dönmediğini belirterek, şöyle devam etti:
"İlişkilerimiz Rusya ile de gelişiyor, Kafkas bölgesiyle gelişiyor, Ortadoğu ile hele hele son yıllarda Afrika ile de çok yoğun bir ticari, siyasi, ekonomik ilişkileri geliştirmekteyiz. Dünyanın gidişatına da bakmamız lazım. Bugün Çin, Hindistan, Japonya, Endonezya, Malezya gerçeği var. Bu ülkeler, şu anda yükselme trendi hızla devam eden ülkeler. Avrupa'da ise uzun süreden beri bir durgunluk var, hatta büyüme yok denecek kadar az.
Bizim, Doğu ile ilişkilerimizi geliştirmek gayet doğaldır. Buradan şunu söylemek lazım; bu bir tehdit değil, Avrupa'ya karşı bir meydan okuma da değil. Burada karşılıklı irade var. Uzakdoğu ülkeleri, Çin, Rusya, Orta Asya ülkeleri bunlar, ilişkilerimizi hem siyasi hem ekonomik olarak geliştirmek istiyorlar, biz de geliştirmek istiyoruz. Olay bundan ibaret. Yoksa 'AB olmazsa Asya birliği olur' gibi bir zorunlu tercih peşinde değiliz, bunun böyle görülmesinde fayda var."
Türkiye için Avrupa Birliği'nde müzakerelerin başlamasıyla ekonominin yukarı doğru çekildiği, ancak şimdi bunun ortadan kalkmaya başladığı belirtilerek, bunun ne şekilde tamamlanabileceğinin sorulması üzerine Yıldırım, bu noktada yapılan yorumları "çok aceleci" olarak nitelendirdi. Yıldırım, "Yaşadığımız bu son zamandaki dalgalanmayı esas alıyorsanız, bu çok gerçekçi değil. Bu, bir şoktur. Türkiye, buna benzer şokları daha önce yaşadı." diye konuştu.
Bunun, daha önce 2008-2009 küresel krizinde yaşandığını ancak atlatıldığını; 2006'ta gelişmekte olan ülkelerden ciddi para çıkışı olduğunu ve şok yaşandığını dile getiren Yıldırım, bunun atlatıldığını ifade etti. Yıldırım, 2013'te Gezi olaylarıyla birlikte başka bir sürecin yaşandığını anlatarak, şunları kaydetti:
"Bunu da atlattık. O zaman hatırlayın, Gezi olayları öncesi Türkiye yüzyılın daha ötesinde faizlerde rekor bir inişe 4,60 seviyelerine kadar geriledi. Dolayısıyla, çok uzağa gitmeye lüzum yok. 2016'ın ilk yarısında da benzer olayları yaşadık. Yine çıkışlar oldu. 15 Temmuz'u düşünün, zirve yaptı. Türkiye'de bir darbe teşebbüsü var, bu darbede alışılmışın dışında hiçbir darbede rastlanmayacak şekilde vatandaş, siyasi irade ve ülkenin Cumhurbaşkanı tavır koydu; darbeciler darbeye maruz kaldı. Böyle, bir süreç yaşadık. Dolayısıyla, bu şok bizim ürettiğimiz bir şok değil. Bugün yaşadığımız şey, sadece bizim şartlarımızdan kaynaklanan bir durum değil."
Bunda Türkiye'nin bir katkısı olup olmadığının sorulması üzerine Yıldırım, "Bizim katkımızın olduğu muhakkak. Niye, onu söyleyeyim. Katkımızın olmasından doğal bir şey yok." diye konuştu. Yıldırım, Suriye ve Irak'da devlet bulunmadığını ve bu ülkelerde 5 yıldır savaşın devam ettiğini aktararak, Türkiye'de bölücü terör örgütüne karşı savaş verildiğini, içeride ve dışarıda DEAŞ'a karşı savaşın sürdüğünü vurguladı.
Başbakan Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
"15 Temmuz olmuş ve Türkiye büyük bir badireden kurtulmuş. FETÖ terör örgütüne karşı amansız bir mücadele veriyoruz. Yetmedi. Bunların Avrupa'daki, Amerika'daki uzantılarına karşı büyük bir savaş veriyoruz. Bütün bu şartlar üst üste gelse başka bir ülkede, ne olur bir hayal edin? Hiçbir şey kalmaz, darmadağın olur.
O yüzden, küresel şartlar, özellikle 8 Kasım Amerikan seçiminden sonra Cumhuriyetçi aday sayın Trump'ın sürpriz sayılacak bir şekilde iş başına gelmesi, dünyadaki bütün ezberleri, bütün oyunları bozdu. Ekonomik hikaye de değişti. Dünyanın ekonomik senaryosu değişti. Nasıl değişti? Ne dedi Trump? 'Ben, dışarıdaki Amerikan parasını, içeri çekeceğim. Bunun için tedbirler alacağım. Çin'in ticaretine yüksek vergiler koyacağım. Meksika'dan gelişleri yasaklayacağım. Mültecileri göndereceğim. Amerika'nın bütün altyapısını, üstyapısını yeni baştan yapacağım. Dolayısıyla içeriye yoğunlaşacağım.' Bu ne demektir? Gelişmekte olan ülkelerdeki, gelişmiş ülke sermayelerinin, paralarının geriye çağrılması demektir. Bu beyanlar hemen hayata geçecek diye küresel dalgalanma başladı. Son bir ay içinde bütün gelişmekte olan ülkeler, İngiltere hariç gelişmiş ülkelerde de dahil, avro da buna dahil, Amerikan doları karşısında biliyorsunuz değer kaybetti. Değer kayıplarını en fazla yaşayan ülkeler, Latin Amerika ülkeleri, gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye."
Türkiye'nin ayrıştığı bir durum olduğunun altını çizen Yıldırım, "Zannediyorum, biz en fazla bir ay içinde değer kaybeden ikinci ülkeyiz. Dolayısıyla, Türkiye'nin ayrışmasının temel sebebi de az önce bahsettiğim son zamanlarda başka ülkelerde olmayıp da biz de meydana gelen olaylar. Böyle görmek lazım." değerlendirmesinde bulundu.
Başbakan Yıldırım, toparlamanın ne kadar süre alacağına ilişkin de "Dünyadaki uzmanlar şöyle hesap ediyorlar. Yeni Başkan'ın göreve başladığı ana kadar, bu kurdaki oynaklık devam edecek. Bu, ne demektir? Önümüzdeki bir buçuk ay boyunca bu tip dalgalanmalar olacaktır. Öyle farz ediyoruz. Daha önce biter, daha sonra biter, önemli değil ama daha önce misal verdim. Türkiye, en az 4-5 sefer 14 yıl içinde buna benzer dalgalanmaları, buna benzer fırtınaların sınavını başarıyla verdi ve bütün krizleri atlattık. Bunu da atlatacağız. Ben, bundan adım kadar eminim. Vatandaşlarımız rahat etsin." ifadelerini kullandı.
HER ÜLKEDE, MERKEZ BANKASI VE HÜKÜMET İLİŞKİLERİNDE SORUNLAR YAŞANIR
Merkez Bankasının, para politikaları bakımından gerekli tedbirleri aldığını ve burada bir sorun bulunmadığını vurgulayan Yıldırım, bugün de kararın açıklandığını hatırlattı. Yıldırım, ayrıca kendilerinin de alacağı tedbirler olduğunun altını çizdi.
Merkez Bankasının faiz kararını nasıl değerlendirildiğine ilişkin de Yıldırım, şu değerlendirmede bulundu:
"Her ülkede, merkez bankası ve hükümet ilişkilerinde sorunlar yaşanır. Bu, bize has bir şey değil. Onun sebebi, ekonomide her şey yolunda olduğunda kimse kimseye bir şey demez ama ekonomik göstergelerde bozulmalar olunca sorumlu aranır. O bağlamda, bu hep gündeme gelir.
Merkez Bankasının bağımlılığı, bağımsızlığı konusu sıkça dile getiriliyor. Onun arkasında da 'Cumhurbaşkanı'mızın, bizim Hükümet olarak da faiz artırmanın sürdürülebilir büyümeye bir katkısının olmadığının, bunların kısa vadeli şoklarda alınacak kararlar olduğunu' söylememizden kaynaklanıyor. Biliyorsunuz, 2001 yılında Merkez Bankasının görevi, sorumluluğu belirlendi ve bir bağımsız yapıya dönüştürüldü. Bu yapı, neyi öngörüyor? Para politikalarını, Merkez Bankası belirleyecek ancak yıllık enflasyon hedefini Hükümet ile beraber kararlaştıracak. Bu sistem, devam ediyor ve belirli sürelerle de Merkez Bankası geliyor ve Hükümet'e faaliyetlerini, ekonominin genel gidişatını, büyüme, faiz, enflasyon, riskler ve alınması gereken tedbirler konusunda sunum yapıyor, bilgi arz ediyor. Dolayısıyla, o bağımsız ben bağımsız. Öyle bir bağımsız anlayış yok. Ekonomi, bir bütün. Parasal politikalarıyla, büyümeyle, cari açığıyla, mali disiplinle, geliriyle, gideriyle, herkes Merkez'i de ilgilendiriyor.
Türkiye'de büyüme hedeflerin altında gerçekleşse, enflasyon hedeflerin üstünde gerçekleşse, döviz kurları planlananın dışına çıksa 'Beni ilgilendirmiyor, Hükümet'i ilgilendiriyor.' diyebilir mi? Hükümet, tersini diyebilir mi? Diyemez."
Ekonomi Koordinasyon Kuruluna, zaman zaman bağımsız kurulları davet ettiklerini belirten Yıldırım, hepsinin teknik olarak elindeki bilgileri paylaştığını, ancak kararı siyasi iradenin verdiğini söyledi. Yıldırım, para politikaları ve faiz konusu bakımından Merkez Bankasının Para Politikası Kurulunun her ay toplandığını ve karar verdiğini anlattı.
"Dün akşam yapılan toplantıda, faiz artışının işaretini aldınız mı?" şeklindeki soruya da Yıldırım, "Onu konuşmadık. Tabii ki tahminlerimiz vardı. Biz, doğrusu 'artırmadan başka araçlarla bu iş yapılabilir mi?' diye bunun üzerine yoğunlaştık. Son kararı, Merkez kendisi verdi, böyle bir yolu seçti. İnşallah, bu da 'hayırlı olur' diye düşünüyorum." yanıtını verdi.
Hükümet'in atacağı adımlara ilişkin de Yıldırım, kısa vadede yapılanlar hakkında bilgi verdi. Yıldırım, Merkez Bankasının bir karar aldığını ve birkaç gündür bunu uyguladığını ifade etti. Yıldırım, şunları kaydetti:
"İhracatları biliyorsunuz, Merkez döviz veriyor. İşlerini görüyorlar, mallarını satıyorlar. Dönüp, gelip o aldıkları dövizleri geri vermesi lazım. Piyasayı, fazla hareketlendirmemesi için onlardan Türk parası olarak almaya başladı. 'Ben, sizden döviz istemiyorum. Gelip, piyasadan döviz almanıza gerek yok. Bana, Türk parası getirin.' Bunu uygulamaya koydu. Böylece, 2 milyar dolarlık bir kaynak, sektörde daha doğrusu döviz piyasasında kalmış oldu.
Bir karar daha aldık. Yaklaşık, çok kısa vadede 5 milyar doları bulan, devletin yaptığı sözleşmeler var. Alacağını dolar olarak öngören sözleşmeler var. Bunların Türk parası olarak ödenmesine imkan sağlıyoruz. Bu, ne demektir? Şimdi diyelim ki siz devletten bir liman aldınız, havalimanı. İhaleyle aldınız ve taksitle ödemeleriniz var. Ne yapacaksınız? Piyasaya gidip, döviz alacaksınız. O dövizi getirip, bize vereceksiniz. Biz diyoruz ki bırak piyasadaki dövizi. Dalgalanmaya olumsuz katkı sağlama. Elindeki Türk parasını getir ve bize ver."
Söz konusu 5 milyar doları bulan sözleşmelerin gelecek 3-4 ay içinde gerçekleşecek bir miktar olduğunu anlatan Yıldırım, "Zannediyorum bunun 2 milyar kadarı hemen bir ay içinde gerçekleşecek bir şey. Bu da önemli bir tedbir." dedi.
"Burada yerli, yabancı ayrımı var mı?" şeklindeki soru üzerine de Başbakan Yıldırım, "Öncelikle yerli. Yabancılarla ilgili bu uygulama, ihtiyane olur. Sermayeye bir kısıtlama yok." diye konuştu.
Sermaye kısıtlamasına yönelik konuşmalar bulunduğunun belirtilmesi üzerine Yıldırım, şunları kaydetti:
"Bu alçakça dedikoduları yayıyorlar. Türkiye'de bunları yayıyorlar. Bunların kasıtlı yayıldığını biliyoruz. Bu alçaklığı yapanları da biliyoruz. Böyle bir şey yok.
Türkiye, bırakın devlet, özel sektörü 200 milyar doların üzerinde taahhüde girmiş. Dünyanın her tarafından, Avrupa ağırlıklı olarak sendikasyonlar yapmış proje krediler almış. Devletin bu kadar borcu yok zaten ama özel sektörün borcuna da 'bizi ne kardeşim.' diyecek halimiz yok. Çünkü, fabrika açtılar, üretim yaptılar, istihdam sağladılar. Dolayısıyla, onların sıkışık anlarında da sıkıntılarında da mutlaka biz, yanlarında olmak zorundayız. Onun için bu tedbirleri alıyoruz. Kısacası, bugünler gelip geçecek. "
Piyasada dalgalanmaların olabileceğini, önemli olanın dalgalı denizlerde dümen tutturmak, rotadan çıkmamak ve gemiyi selametle limana bağlamak olduğunu ifade eden Yıldırım, bunu bağlayabilecek bir ekibin olduğunu söyledi.
Ekonomiye ilişkin gerekli tedbirleri aldıklarını, kuru laf söylemediklerini, yan gelip yatmadıklarını, gece gündüz çalıştıklarını vurgulayan Yıldırım, "Amacımız herhangi bir darboğaz yaşanmasın, panik havası oluşmasın, vatandaşlarımız normal yaşamlarını devam ettirsin." ifadelerini kullandı.
PRENSİP OLARAK FAİZLERİN ARTIRILMASINDAN YANA DEĞİLİZ
Merkez Bankasının faiz artırımının ardından dolarda bir düşüş olduğu ancak Avrupa Parlamentosunun (AP) Türkiye hakkındaki kararı açıklandıktan sonra yeniden bir tırmanış yaşandığının hatırlatılması üzerine Yıldırım, Merkez Bankasının bu hareketlenmeyi AP'nin kararına bağladığını, durumu öyle izah ettiğini belirtti.
Bugün alınan kararın sonuçlarını hemen bugün beklemenin gerçekçi olmayacağını, durumun takip edileceğini anlatan Yıldırım, "Bu araç bir seferliğine kullanıldı artık bundan sonra 1 ay boyunca böyle bir araç yok. Merkez Bankası her aklına estiğinde toplanıp faizle oynayamıyor. Ayda bir toplantı yapıyor, kararını veriyor ama araç bu değil ki zaten. Araçlardan birisi. Demek ki konuştular, düşündüler, taşındılar böyle bir sinyal vermenin doğru olacağına karar verdiler. Prensip olarak faizlerin artırılmasından yana değiliz. Başta Cumhurbaşkanımız ve biz olmak üzere faiz artırmanın ekonominin büyümesine değil küçülmesine, paranın maliyetinin artmasına neden olduğunu biliyoruz. Para maliyeti artınca ne olacak? Para, kredi olarak yatırıma, üretime daha az gidecek ve ülke ekonomisi büyümede yavaşlamaya mecbur kalacak." diye konuştu.
"Yılın üçüncü çeyreği dediğimiz 3 aylık dilimde Türkiye ekonomisi uzun dönemden sonra ilk kez küçülecek gibi gözüküyor. Eldeki veriler Türkiye ekonomisinin darbenin yaşandığı dönemde küçüldüğüne işaret ediyor. Son 3 ayda bir kıpırdanma olacak ama yine de büyüme Türkiye'nin iddiasını sürdürecek bir perspektife oturmuyor gözüküyor. Darbenin maliyeti ve yansımaları konusunda tespitiniz nedir?" sorusunu Yıldırım, şöyle yanıtladı:
"Bu çok doğru bir tespit. Üçüncü çeyrek büyüme tahminleri bizim düşündüğümüzün çok altında. Tabii bunun yıllık büyümeye de olumsuz katkısı olacak. Beklenen yıllık 3 civarındaki büyüme oranı bizi tatmin edecek bir büyüme oranı değil. Türkiye'nin 4,5'un altındaki bir büyümeyle hedeflerini tutturması zor. Mutlaka 4,5 ve üzerinde olmalı. İdeal olanı 5'in de üzerinde olması lazım ama bu özel bir şey. Biz gerçi beğenmiyoruz bu büyümeyi de dünya ortalamasının da üstünde. O da ayrı bir mesele. Eğer dünya ile yaşıyorsak ona bakınca Avrupa'nın çok üzerinde, dünya ortalamasının da üzerinde. Bizi kesmez. Biz alışmışız, son 14 yıldır ortalama 4,7 büyümüşüz üst üste. Bu büyüme tabii ki bizi mutsuz ediyor. Aslında daha yüksek hedeflemiştik ama 14 yıl içinde üç sefer irili ufaklı kriz yaşadık."
Yıldırım, 15 Temmuz'un ülkeye ekonomik maliyetinin henüz tam ortaya çıkmadığını, darbe girişiminin maliyetinin yıllar sonra anlaşılacağını dile getirdi.
Darbenin maliyetini anlamak için çok uzağa gitmeye gerek olmadığını vurgulayan Yıldırım, şöyle devam etti:
"1960 darbesi olmuş, 1959'da kişi başı milli gelir 583 dolarmış. Darbe olur olmaz 359 dolara gerilemiş. 1961'de 194 dolara gerilemiş. Üçte ikisi gitmiş. 1980'e gelelim. 1979'da, bin 860 dolar kişi başı milli gelir. 1980'de 'küt' diye bin 518 dolar. 82'de bin 360 dolar, 84'te bin 195 dolar. 1985'te tekrar hafif toparlanıyor, bin 320 dolar. Görüyorsunuz yani bu da darbeden aşağı bir şey değil. Bunun bir hasarı olacak ve yıllara sarih olarak da kendini gösterecek. Onu bilmemiz lazım. Tabii darbenin verdiği maddi ve manevi zararları da ayrıca hesap edersek çok ciddi anlamda ülkemize bir maliyeti oldu. Maliyet ne? Biz olağanüstü hal ilan etmek zorunda kaldık. Biz olağanüstü hali kendimize ilan ettik, iş alemine, normal yaşama bunun bir etkisi yok ama bu algı, maalesef bu alçak örgüt..."
FETÖ MÜTHİŞ BİR OPERASYON YAPIYOR
Yıldırım, "Piyasada, '600'ün üzerinde şirket kayyuma devredildi, Türkiye'de sermaye güvenliği yok. Türkiye yatırım yapılabilir bir ülke değil' şeklinde özellikle küresel sermaye bağlantılı değerlendirmeler var. Bu konuda değerlendirmeniz nedir?" sorusuna karşılık, şunları kaydetti:
"Bu kısmen maksadına da ulaştı. Standard and Poor's ilk hamleyi yaptı, onun arkasından Moody's geldi. Moody's'den sonra bu dalgalanma Amerikan seçimleriyle birleşince dalga boyu da büyüdü.
Bu alçak FETÖ, 15 Temmuz'da altın vuruşunu yapamadığı için bu sefer bütün gücüyle 'Türkiye'de acaba ekonomiyi nasıl bozarız, algıyı nasıl bozarız, yabancıyı nasıl ifsat ederiz, onların Türkiye hakkındaki kanaatlerini nasıl değiştiririz' diye müthiş bir operasyon yapıyor. Büyük paralar hem de. Parayı nereden aldılar? Bizim garip gureba, öğretmenden, memur ve esnaftan. Maalesef şimdi bu paraları Türkiye'nin geleceğini olumsuzlaştırmak, itibarını kötüleştirmek için aymaz bir şekilde kullanıyor ve bu konuda her türlü hainliği yapmaktan geri kalmıyorlar."
Sermaye ve özel sektöre mesajının sorulması üzerine Yıldırım, 15 Temmuz'dan sonra ilk günlerde şirket yönetimlerine ilişkin kayyum kararlarını mahkemelerin vermeye başladığını, bazı yanlışların olduğunu, bunu hemen gördüklerini dile getirdi.
OLAĞANÜSTÜ HAL ALGISI YURT DIŞINDA SATIN ALINMIŞ DURUMDA
Şirket ortaklarından birinin örgüt mensubu olması nedeniyle bütün şirketin suçlandığını ve şirketin elinin kolunun bağlandığını anlatan Yıldırım, şunları kaydetti:
"Bunu değiştirdik. Bir tane örgüt mensubu ortak varsa bunu ayıralım, şirketi cezalandırmayalım, asıl suçluyu cezalandıralım ve şirket çalışmaya devam etsin. Sonra atanan kayyumlar işlerinin ehli değil, hangi kıstaslara göre atanıyor belli değil. Bunu bir kanun hükmünde kararname ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devrettik. 'TMSF doğal kayyum' dedik. Bütün mahkemeler, TMSF'yi kayyum olarak atayacak. TMSF bu işin ehli. Tasfiye edilecek şirketleri, zor duruma düşmüş şirketleri ihya eden, ihya olmuyorsa ıslah edip elden çıkaran çok derin tecrübesi olan bir kuruluşumuz. Yıllardan beri bunu yapıyor ve ekonomimize de çok şey kazandırdı. Dolayısıyla bu şirketler artık TMSF elinde iflah olur, yaşamaya devam eder. Öyle bir şey ki siz bir şirkete çek vermişiniz, mal vermişiniz 'Vay siz de FETÖ'cüsünüz' diye sizin de yakanıza yapışıyor. Bunları ayıklamaya çalışıyoruz.
Bunlar ilk günlerden kalan şeyler. İlk günlerde bazı bilgi kirlilikleri, yanlış uygulamalar oldu. Bunu kabul ediyoruz ama şunu da görelim, hatalarımızdan öğreniyoruz. Biz de bu süreci daha önce yaşamadık ki. Bir hata görüyor onu düzeltiyoruz, başka bir hata olunca onu da düzeltiyoruz ama duyarsız değiliz. Ne kadar titiz olursak olalım olağanüstü hal algısı yurt dışında satın alınmış durumda. Bunu kabul etmemiz lazım."
Türkiye'deki olağanüstü hal uygulamasına ilişkin Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) yurt dışındaki algı operasyonuna dikkati çeken Yıldırım, 15 Temmuz'daki darbe girişiminin yaşanmasının ardından ilk günlerde uluslararası kamuoyunda "ölü sessizliği" yaşandığını belirtti.
Yıldırım, "Daha sonra olaylar açığa çıktıkça, sitemimizi yüksek sesle dile getirdikçe akın akın geldiler, gördüler, dinlediler, olaylara şahit oldular. Ondan sonra 'Siz haklısınız, siz büyük milletsiniz, büyük kahramanlık yapmışsınız. Biz mahcubuz, yanlış yaptık' diyenleri gördük. Ama biz ne kadarına ulaşacağız böyle. Bu algı operasyonlarına karşı biz de mücadele ediyoruz. Bunun başka yolu yok." diye konuştu.
Ekonomiye ilişkin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) aldığı kararı paylaşan Yıldırım, "TMSF'nin portföyünde de alacakları var, yaptığı satışlardan vesaire. Yaklaşık 2,5 milyar dolar. Bunları da aldığı bir kararla Türk parası olarak tahsil edecek. Dolayısıyla bu da dövizde bir rahatlama getirecek. Dövize olan talebi azaltmış olacak." dedi.
Merkez Bankası rezervlerinin ne durumda olduğuna yönelik soru üzerine Yıldırım, şunları ifade etti:
"Merkez Bankası rezervleriyle ilgili tabii çok çeşitli dedikodular yapılıyor, 'Rezervler eriyor, yok oluyor' gibi. Bu dalgalanmayla birlikte net rezervlerde bir kayıp yok, bu aynen devam ediyor. Brüt rezervlerde kısmen bir azalma var. Merkez Bankası bu işi çok dikkatli takip ediyor. Çünkü hesabı en kötüye göre yapmak lazım. Bu krizin neresindeyiz, dalgalanmanın neresindeyiz, dalga boyu büyüyecek mi yoksa artık zirvedeyiz, bundan sonra sakinleşecek mi? Bunu tahmin etmek zor. Uzmanlar 'Aralık da böyle geçecek' diyorlar. Ocaktan itibaren daha öngörülebilir bir hale geleceğiz. Biz de bu veriyi esas alıyoruz ve buna göre planlarımızı yapıyoruz."
YENİ SÖZLEŞMELERİMİZİ TÜRK LİRASIYLA YAPACAĞIZ
Devletin, yeni sözleşmeleri Türk lirasıyla yapacağını bildiren Yıldırım, bu yönde bir irade ortaya koyacaklarını vurguladı. Bu uygulamanın yabancılar için söz konusu olmadığını belirten Yıldırım, şöyle devam etti:
"Diyelim ki milli paramızla Türk lirasıyla yapacağız sözleşmelerimizi, kamudan vatandaşa olan alışverişlerde. Tercihimiz, beklentimiz odur ki vatandaşlarımız da ticari mukavelelerini milli para üzerinden yapsın. Burada tabii bir mecburiyet olmaz ama AVM'de kiralar var, büyük rezidanslarda, ofislerde niye dolar bazında olsun? Yani bu bir çağrıdır, temennidir, kendi paramıza hak ettiği itibarı önce ulus olarak bizim göstermemiz lazım. Daha sonra başkalarından beklememiz lazım. Türk parasına dönülmesi sadece paramıza değer kazandırmayacak aynı zamanda diyelim ki dövizde dalgalanma sürüyor, ödeyemeyecek. Ödeyemeyince bırakacak, bırakınca boş kalacak. Aslında işin sonunda daha fazla kayıp var."
Gelişen ekonomide kriz yönetmenin başarısının zaman ekonomisini yönetmekten geçtiğine işaret eden Yıldırım, hükümet olarak bunu önemsediklerini vurguladı.
"Ya proaktif ya da reaktif olursunuz." diyen Yıldırım, "Proaktif demek perşembenin gelişini çarşambadan göreceksiniz, ona göre tedbirinizi alacaksınız. Yahut da iş işten geçiyor, geldi sel vurdu, önüne her şeyi kattı götürdü. Ondan sonra tedbir alıyorsunuz. Bu, reaktif yaklaşım. Bu yaklaşım hasarı büyütür. Buna azami oranda dikkat ediyoruz." görüşünü paylaştı.
Başbakan Yıldırım, "Bundan sonra büyük ihalelerde bu yönde bir yaklaşım mı benimsenecek?" sorusunu ise "Kamu olarak yapacağımız işlerde böyle düşünüyoruz. Bunun istisnaları olabilir. Finansman temininde sıkıntı olabilecek projeler olursa bunun finansmanında bu değerlendirilebilir yani bu istisna tutulabilir ama genel anlamda Türk parasıyla yapılabilecek birçok taahhüt, satış ve hizmet alımı işi var. Dolayısıyla bu konularda genel yaklaşımımız, Türk lirasına yönelik taahhütleri gerçekleştirmek." şeklinde yanıtladı.
ÖYLE BİR İLLET ÖRGÜTLE KARŞI KARŞIYAYIZ Kİ
FETÖ ile irtibatı olduğu için kayyuma devredilen şirketlerin, piyasayla iş yapan diğer şirketlere yükümlülüklerini gerçekleştirememesine yönelik sıkıntıların hatırlatılması üzerine Yıldırım, şunları söyledi:
"Tabii o var yani süratle azalıyor ama halen var. Bir durum tespiti yapılıyor. Öyle bir illet örgütle karşı karşıyayız ki, örgüt var ama örgütün tespitinde çok zorlanıyoruz, faaliyetlerinin tespitinde zorlanıyoruz. Çünkü kayıtdışı bir örgüt, şeffaf değil. Yani yan yana duruyorsunuz, adam örgütün ta göbeğinde. Anlamanız kolay değil. Onun için bir zaman kaybı oluyor. Bunu görmeniz lazım ama her gün bir önceki güne göre daha iyi konumdayız. Tecrübe kazandıkça bu konudaki uygulamaları da... Şimdi bu şuna benziyor, sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer misali 15 Temmuz'u aklımıza getirdikçe 'Aman, bu işi dikkatli yapmamız lazım yoksa bu millet, vatandaş bize daha müsamaha göstermez, bunun hesabını veremeyiz millete' diye bir sorumluluk duygusuyla hareket edince mecburen bazı konularda zaman kaybı oluyor."
YENİ BİR YÖNETİM SİSTEMİ İHDAS ETMİYORUZ
Yıldırım, ekonomik gelişmelere işaret edilerek, "Başkanlık gelecek de ne değişecek o zaman, birden bire zenginleşecek miyiz?" sorusu üzerine şunları kaydetti:
"Bir kere belirsizlik, öngörülemezlik ekonominin en büyük düşmanı, yatırımcının da en büyük kaygısıdır. Onun için belirsizliğin ortadan kaldırılması lazım. Sayın Kılıçdaroğlu takıldı, 'rejim değişikliği' deyip duruyor. Padişahlıktan cumhuriyete geçtik, şimdi cumhuriyetle idare ediliyoruz. Rejim değişikliği meselesi yok, 1923'te bitti bu mesele. 1923'ten bugüne kadar yönetim sistemimize baktığımız zaman her ne kadar parlamenter sistemle idare edilmiş olsak da cumhurbaşkanı yakın tarihimizde çok güçlü bir irade olmuştur.
Hatırlayın cumhuriyetin kuruluşundan sonra Atatürk, İnönü, Menderes döneminde cumhurbaşkanı partili, partisi var. Yani bu getirmek istediğimiz yapı aslında yabancı olduğumuz bir şey değil. Yeni bir yönetim sistemi ihdas etmiyoruz. 2007'de tarihi bir hata yapıldı. O da yani alışılmış, bilinen cumhurbaşkanlığı seçimini maalesef ana muhalefet partisi bazı aklıevvel veya çok bilmiş hukukçuların telkiniyle engellemeye çalıştı. Ondan sonra buraya geldik. Millet doğrudan seçti, millet her şeyin ilacı. Yanlışları düzelten hep millet oluyor. İyi ki böyle bir milletimiz var. Hakikaten önünde şapka çıkartılacak, aziz milletin bir evladı, bir ferdi olmaktan hepimiz gurur duyuyoruz."
Anayasa yapım sürecine ilişkin değerlendirmede bulunan Yıldırım, 1982 Anayasası’nda cumhurbaşkanının geniş yetkileri bulunduğunu, cumhurbaşkanının bu yetkiyi doğal olarak kullandığını dile getirdi.
Mevcut durum da ikili bir yapının bulunduğunu ifade eden Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Seçimle iş başına gelmiş bir cumhurbaşkanı var. Biz bunun ortadan kaldırılması gerektiğini, bu konu, önümüzde bir sorun alanı... Devam edemeyeceğini söylüyoruz, yıllardır. Milliyetçi Hareket Partisi de bunu gördü. Açıkça her türlü siyasi hesapları bir kenara bırakarak sayın Bahçeli dedi ki ‘Biz her ne kadar parlamenter sistemi benimsiyorsak da bu durum sürdürülebilir değil. Biz milletimizden vekalet aldık, bizim görevimiz sorunları çözmek. Bunu da siyasi hesaplara kurban etmek istemiyoruz.’ dediği budur. Bu yolu açınca biz de oturduk, konuştuk, daha değişik bir değişiklik teklifi ile gittik. Haklı olarak, ‘Şu anda ihtiyacımız olan kadarını yapalım, daha sonra gerekirse diğerleri için de yine zemin hazırlarız, çalışırız’ diye bir öneri de bulundu. Biz de bunu hay hay... Şu anda yoğunlaştığımız tek şey, büyük ana hatlarıyla yürütme, yani icranın şekillendirilmesi. Bu ne demektir? Cumhurbaşkanı, altında başkan yardımcısı, altında bakanlar kurulu, diğer yandan Meclis...”
“Başkan yardımcısı iki olabilir mi?” şeklindeki soru üzerine Yıldırım, bir ya da iki başkan yardımcısının olabileceğini, henüz kesin bir karara bağlanmadığını belirtti.
Başbakan Yıldırım, anayasa değişikliğinde, meclisin bulunacağını, meclisin bir irade, cumhurbaşkanının başka bir irade olacağını, ikisinin de aynı anda seçime gideceğini ve aynı anda seçileceğini söyledi.
Yıldırım, “Birisi, memleketin iki seçim arasında işlerini görüyor. Günlük işlerini, projelerini, milletin refahı, kalkınması, güvenliği, sağlığı vesaire.... Biri de ihtiyaç olan denetlemeyi yapıyor, icrayı bir şekilde denetliyor, ihtiyaç olan kanunları çıkarıyor, cumhurbaşkanının, yürütmenin getirdiği bütçeyi görüşüyor, karara bağlıyor, yasama faaliyetleri sürüyor.” diye konuştu.
Başbakan Binali Yıldırım, “Partili cumhurbaşkanlığı eksenini muhafaza ediyor musunuz?” sorusuna karşılık da “Evet. Partili olarak seçime giriyor. Parti ile ilişiği de devam ediyor. Bizim öngördüğümüz modelde.” açıklamasında bulundu.
“Bütçe konusunda, Türkiye’de başkanlık ya da cumhurbaşkanlığı sistemine geçerken bütçe üzerinden Amerika’daki gibi bir sorun yaşanmaması için bir tedbiriniz var mı?” sorusu üzerine Yıldırım, anayasa değişikliğine ilişkin metnin şekillendiğini söyleyerek, şunları kaydetti:
“Bütçeyi, cumhurbaşkanı yürütmenin başı olarak meclise sunuyor. Meclis görüşüyor, karara bağlıyor. Tabii, bu bütçe görüşülürken planları alt üst edecek birtakım değişiklere gidilmemesini sağlayacak tedbirler de var. ‘Ben vergileri sıfıra indirdim, ücretleri yüzde 150 artırdım’ gibi ipe sapa gelmeyen, kararlar olmasın diye tedbirler de var. O da anayasa da öngörülüyor. Bir başka tedbir de diyelim ki bütçe, kabul edilmedi. O zaman, bir yılın, önceki bütçeyi yeniden değerlendirme oranı dikkate alınarak yürürlüğe giriyor. O devam ediyor, ne zaman anlaşılırsa. Yıl boyu anlaşılmazsa o bütçe ile gidiyor. Sistem kendi içerisinde birbirini, iki siyasi iradeyi diyelim, dengeleyecek bir yapı öngörüyor. Burada gayet güzel bir planlama yapıldı. Diğer sistemlerin, başkanlık sistemlerinin tıkanan yönleri de dikkate alınarak ona da çözüm üretildi. Başka yerlerde olmayıp bizim geleneklerimize mahsus düzenlemeler de içeriyor. Açıkçası prensip olarak başkanlık sistemi olmakla beraber ülkemizin şartlarını ve mevcut olan, uygulanmakta olan ülkelerdeki aksaklıkları da asgariye indirecek tedbirler var.
“Adı cumhurbaşkanlığı değil mi?” sorusuna Yıldırım, “Cumhurbaşkanlığı. MHP ile ortak kararımız. Niye başkanlık diyelim? Başkan çok. Yoldan geç, herkes başkan. Dernek başkanı, vakıf başkanı, belediye başkanı... Cumhurbaşkanı, çok anlamlı bir şey. Cumhurun başkanı, milletin başkanı. Dolayısıyla cumhurbaşkanı olarak ismin devam etmesi ortak bir benimsemeyle, MHP ile bizim aramızda karar alındı.” dedi.
TÜRKİYE’DE TEK BAŞINA İKTİDAR ÇIKARAN BIR SİYASAL SİSTEME İHTİYAÇ VAR
“Tek parti iktidarının yapamadığı neyi, daha iyi yapacak cumhurbaşkanlığı sistemi ki ekonomiyi daha da yukarıya taşıyabilecek?” sorusu üzerine Başbakan Yıldırım, şunları kaydetti:
“Tek parti iktidarının garantisi var mı? 7 Haziran’da gördük. O, beş buçuk ayda Türkiye nelerle karşılaşacağını gördü. Her kafadan bir ses çıkıyor. Türkiye’nin geçmiş tarihine baktığımızda, istikrar ve güven olduğu dönemlerde büyüme olmuş, refah artışı olmuş. İstikrarın kaybolduğu dönemlerde kazanımlarını kaybetmiş. Tamam AK Parti 14 yıldır iktidar ama bunun ilanihaye devam etmesi gerçekçi değil. Dolayısıyla kim gelirse gelsin ama Türkiye’de tek başına iktidar çıkaran bir siyasal sisteme ihtiyaç var. Bu cumhurbaşkanlığı sisteminin ana gayesi, hedefi budur. Çünkü istikrar ancak tek başına güçlü siyasi bir iktidarla sağlanır. Meclis, tamamen yasamayla daha da güçlenecek. Kanun teklifini milletvekilleri veriyor. Meclis faaliyetleri biraz, yürütme faaliyetlerinden de bağımsız hale gelecek. Dengeleyici bir yapı da oluşacak ama iki seçim arasında kesintisiz yürütme, önündeki vaatlerini, planlarını gerçekleştirecek. Bu az bir şey değil. Bu önemli bir kazanım. Bunun sürekli olması önemli. Biliyorsunuz ki Türkiye’de artık koalisyon yok, filan seçimde şu olacak diye bir endişe taşımayacaksınız. Getirdiği bu cumhurbaşkanlığının... Bu tabii ekonomi de öngörülebilirliği getirir, büyük projelerin planlanmasında da ciddi anlamda bir rahatlamayı getirir.”
KATİYEN BİR ERKEN SEÇİM YOK
Cumhurbaşkanının da meclisin de beş yıl da bir seçilmesinin öngörüldüğünü aktaran Yıldırım, ekonomiyle de bunun bağdaştırılması durumunda, takvimin de önem kazandığını söyledi.
Yıldırım, Türkiye’nin küresel şoklardan kaynaklı bugün yaşadığı bir durumun bulunduğunu, bir de gelecek kısa ve orta vadede Türkiye’nin kendi şartlarından kaynaklı bir durumun olduğunu dile getirdi.
Cumhurbaşkanlığı sistemine ilişkin anayasa değişikliği için adımların atıldığını ifade eden Yıldırım, şu ifadelere yer verdi:
“Öyle zannediyorum ki çok kısa sürede bir mutabakata aksilik olmazsa varacağız ve bu teklif Meclise gelecek. Mecliste geçmiş tecrübelere baktığımız zaman bir hafta ya da iki hafta komisyonda görüşülür daha sonra Genel Kurula gelir, Genel Kurulda 330’u bulup kabul edilirse Cumhurbaşkanı'nın onay süreci var ve ondan sonra referandum süreci var. Referandum için yasaya göre 60 gün. Dolayısıyla 60 günden geriye doğru geldiğimiz zaman, referandumu da diyelim ki mart sonu yapacağız, mevsim şartları itibarıyla, geri geldiğimiz zaman, ocak ayı sonlarına kadar Meclisteki komisyonlardaki çalışmaları tamamlamayı hedefliyoruz. Takvim bu. Artık referandumumuzu da inşallah yapacağız, önümüzde bakacağız, işimize gücümüze yapacağız. Burada açıkça söylüyorum, katiyen bir erken seçim yok. Seçimler 2019’da yapılacak. Milletvekilleri seçimiyle cumhurbaşkanı seçimi birlikte yapılacak ve 2019’da olacak. Yerel seçimler ayrı. Onlar kendi tarihinde. Onlar da 2019 mart sonu biliyorsunuz.”
CUMHURBAŞKANININ FİLEN GÖREVE BAŞLAMASI 2019 SEÇİMLERİNDEN SONRA OLACAK
Yıldırım, “2019’da sisteme geçmiş oluyor muyuz?” sorusuna, “2019’dan sonra fiilen, yüzde 100 cumhurbaşkanlığı sistemi uygulanacak ama bu arada geçiş süreci tamamlanmış olacak. Yüzlerce, binlerce mevzuat yenilenecek.” diye konuştu.
“Eğer referandum tamamlanırsa 2019’a kadar o arada, mevcut şekilde mi devam edecek?” sorusu üzerine Yıldırım, “Mevcut sistem devam edecek. Belki bazı maddeler bakımından, o konuşulacak, uygulanabilecek yeni sistem ama yeni sisteme göre, seçilmiş cumhurbaşkanının filen göreve başlaması 2019 seçimlerinden sonra olacak.” ifadesini kullandı.
Değişikliğin kaç maddeyi içerdiği sorusuna Yıldırım, “12 artı, iki-üç tane de geçici madde olur. 15 civarında.” dedi.
“MHP ile pürüzlü madde kaldı mı?” şeklindeki sorusu üzerine de Yıldırım, görüşmelerin hala devam ettiğini, maddeler üzerine konuşulduğunu ifade etti.
Başbakan Yıldırım, “Fesih yetkisi konusu da netleşti mi?” sorusuna cevap verirken, “Ben çok büyük sorun olacağını düşünmüyorum.” dedi.
Cumhurbaşkanlığı sistemi ve anayasa görüşmeleri konusunda CHP'den farklı sesler geldiğini vurgulayan Yıldırım, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Biz, Başkanlık sistemine zinhar razı değiliz, karşıyız" dediğini anımsattı.
Kılıçdaroğlu'nun OHAL'i de desteklemediğini ama gidip OHAL'in gerekçelerini anlattıklarını belirten Yıldırım, "Birçok konuda farklı düşünüyoruz ama anlatırız, desteklemesini arzu ederiz ama etmiyorsa da en azından bilgi sahibi olsun. Bu anlamda mutlaka her zaman diyaloğa açığız, görüşmeye, konuşmaya açığız. Biz konuların konuşarak, görüşerek, uzlaşarak çözümünden yanayız." diye konuştu.
Son günlerde CHP'de gariplikler olduğunu söyleyen Yıldırım, "Neredeyse 15 Temmuz'un olmadığını, 15 Temmuz'un AK Parti'nin bir senaryosu olduğu gibi, bu kadar ifrata varan düşünce hakim. FETÖ'cülere bir sahip çıkma refleksi, suçluları koruma refleksi, HDP ile bir araya gelip nümayişler yapma, sokak hareketlerini teşvik etme..." ifadelerini kullandı.
Başbakan Yıldırım, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Diyor ki 'Benim istediğim olmazsa, demokrasi olmaz. Siz ikiniz, iki parti mutabık kalsanız da yapamazsınız. Biz bunu fiziki olarak engelleriz.' Öyle bir şey yok. Bu demokrasiyi içselleştirmemek demektir. Kılıçdaroğlu'na şunu teklif ettim, 'Peki parlamenter sistem mi istiyorsunuz?', buyrun siz de teklifinizi getirin, hepsini onaylayalım. İkisini de onaylayalım milletin önüne koyalım, millet sizin teklifinize olur derse 'eyvallah', bizimkine derse o zaman siz de buna rıza gösterin."
Vatandaş olarak, ana muhalefet partisinin sorumluluklarını bilerek siyaset yapmasını istediklerini söyleyen Yıldırım, demokratik sınırlar içerisinde her türlü tepkinin, memnuniyetsizliğin gösterilmesine, hoşnutsuzluğun ortaya koymasına karşı olmadıklarını dile getirdi.
TÜRKİYE'YE AYAR VERMEYE ÇALIŞIYORLAR
"Terörle mücadelede ne noktadayız ve HDP'nin sistem içindeki yerini artık nasıl tanımlıyorsunuz?" sorusuna Yıldırım, HDP'nin sistem içerisindeki yerinin son zamanlarda, özellikle 7 Haziran'dan sonra toplum tarafından çok net olarak görüldüğüne dikkati çekti.
Başbakan Yıldırım, HDP'nin terör örgütü ile ilişkilerini kesemediğine, mesafe koyamadığına işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Terör örgütünün bir parçası gibi, onun emrinde, hizmetinde bir görüntü vermeye devam ettiler. Beyanlarla olmakla kalmadı, eylemlerle oldu. Türkiye bir hukuk devleti. Bunlar izleniyor, görülüyor, takibi yapılıyor. Şu anda bir hukuk süreci işliyor. Avrupalılar telkini veriyorlar, 'şöyle olsun, böyle olsun.' Hukuk devletiyse, sizin ülkeniz için de geçerli Türkiye için de geçerli, bırakın yargı işini yapsın. Yargıya 'şöyle yap, böyle yap' dediğimiz zaman yine karışıyorsunuz, bir şey demediğimiz zaman 'niye bir şey demiyorsunuz?'. Tamamen bir çifte standart, bu kabul edilebilir bir şey değil. Biz diyoruz ki 'Almanya'da 4 bin, 4 bin 500 terörist var. Bunların davalarını görün veya bize verin.' 'Hukukun işi biz bu işe karışamayız'. Bu ne oluyor? Türkiye'ye gelince, hukukun işi değil, onların işi oluyor. Bunlar kabul edilebilir şeyler değil. Bunları kullanarak, PKK'yı kullanarak, FETÖ'cülerin algı operasyonlarını kullanarak, Türkiye'ye ayar vermeye çalışıyorlar. Bunu bu millet kabul etmez."
Hiçbir zaman ilişkileri bozmaktan yana olunmadığını ifade eden Başbakan Yıldırım, "Ama 'Ne pahasına olursa olsun, her türlü özveriyi, her türlü tavizi, her türlü eziyeti biz çekelim, yeter ki ilişkilerimiz devam etsin'... Öyle bir şey de yok. Kusura bakmasın kimse. Şunu, Avrupa'da biliyor, biz de biliyoruz, ilişkilerin bozulması bize de zarar verir ama daha fazla Avrupa'ya zarar verir." şeklinde konuştu.
ARACILAR ÇOK, O ARACILARI ÇIKARMAMIZ LAZIM
"Avrupa Birliği ile ilişkilerin, müzakerelerin donması karşılıklı ticareti etkiler mi?" sorusu üzerine ise Yıldırım, ticaretin siyasi ilişkileri bire bir takip etmediğini ama mutlaka etkilediğini söyledi.
Başbakan Yıldırım, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Bizim amacımız da zaten gerginliklerin kontrollü bir şekilde normalleştirilmesi ve ileride bu ilişkilerin, siyasetteki bu gerginliğin ticari ilişkilerimize olumsuz yansımaması, bunun gayreti içindeyiz. Bu konuda da ben karamsar değilim, bunların gelip geçici birbirimizi daha iyi anlamamaktan kaynaklandığını düşünüyoruz. Aracılar çok, o aracıları çıkarmamız lazım. İlişkiler mutlaka tamir edilebilir, büyük meseleler yok. Ancak hassasiyetlerimize karşılıklı olarak saygı duymamız lazım."
Müzakere sürecinde yeni yol haritasının belirlenmesi konusunda ise Yıldırım, "Bizim eninde sonunda müracaat edeceğimiz milletimizdir. Milletimizin Avrupa Birliğine girme beklentisi, hevesi de bir platonik aşk değildir ve gittikçe bu ve buna benzer isteksizlikler, çelişkiler devam ettikçe buraya olan ilgi, arzu ve Birliğe olan güven azalmaktadır. Avrupa Birliği konusunda bir saha araştırması yapsak sonucun çok parlak olmadığını biliyoruz." değerlendirmesini yaptı.
Taşeron yasasıyla ilgili soru üzerine Yıldırım, bu konudaki çalışmalarda sona yaklaşıldığını, yakın zamanda tamamlanarak Bakanlar Kurulunda son kez değerlendirip karar vereceklerini kaydetti.
Emeklilere verilecek promosyon konusunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu'nun pası kendisine attığını belirten Yıldırım, "Beklentiyi çok yükselttiler. Yani böyle bir ekonomik karşılık yok ama şu anda olabilecek mevcut şartlarda en fazla üç yıl mevduat tutma süresini esas alarak bir formülde sona, neticeye yaklaşmış durumdalar. Onu da yıl sonuna kadar bir esasa bağlayacağız." diye konuştu.
Başbakan Yıldırım, asgari ücretle ilgili değerlendirmelerde de bulundu.
Asgari ücretin yılbaşından itibaren net bin 300 lira olmasıyla artan işveren yükünü üstlendiklerini ve benzer bir yasal düzenlemeyi yine yaparak 2017'de devam ettireceklerini dile getiren Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
"15 Temmuz, olağanüstü hal birçok şeyin önüne geçti. O kadar çok, o kadar fazla reform niteliğinde düzenleme yaptık ki bunları bir türlü anlatma, uygulamaya koyma fırsatı bulamadık. Şöyle bir baktım, 100 tane madde var. Zorunlu emekliliğe otomatik katılımdan tutun kısmi zamanla çalışma, taşınırların teminat gösterilmesi, KOBİ'lerin Kredi Garanti Fonunda kredi genişlemesi, Damga Vergisinin basitleştirilmesi, Türkiye'deki ikametlerin kolaylaştırılması, iş adamlarına yeşil pasaport verilmesi, Varlık Barışı, Türkiye Varlık Fonunun kurulması, Doğu ve Güneydoğu cazibe merkezleri, özel teşvikler, ısmarlama projeye göre teşvikler, daha niceleri..."
Borçların yeniden yapılandırılmasına ilişkin sürenin gün sonunda dolacağını anımsatan Yıldırım, bu tarihi uzatmalarının yasal olarak söz konusu olmadığına dikkati çekti.
Yapılandırma başvurularında, 22 Kasım 2016 itibarıyla 64 milyar liraya ulaşıldığını söyleyen Yıldırım, bu kadar yüksek miktarda bir müracaatın, "ekonomide sıkıntı olduğu" algısını boşa çıkardığını vurguladı.
YAŞADIĞIMIZ DALGALANMA, TÜRBÜLANS GEÇİCİDİR
Başbakan Yıldırım, ekonomiyle ilgili hedefleri hakkında şunları kaydetti:
"Bir kere belirsizlikler ortadan kalkacak. Öngörülebilir, uzun vadeli, doğrudan üretime, istihdama yönelik, ihracatın artırılması ve çeşitlendirilmesine yönelik, bölgesel olarak çeşitlendirme, ürün olarak çeşitlendirme bir de ihracatın kalitesini artırmak. Kaliteden artırma maksadımız kilo başına bedelin yükselmesi yani teknoloji yoğun, katma değeri yüksek ihracat ürünlerinin daha fazla pay alması sistem içerisinde. Bunlar üzerinde çalışmalarımız devam ediyor.
Referandum süreciyle beraber artık önümüzde 2019'a kadar siyasi bir belirsizlik yok. Hesabını millet buna göre yapsın. Bu yaşadığımız dalgalanma, türbülans geçicidir. Bu ve benzeri şoklara Türkiye geçmiş dönemlerden, Türk ekonomisinin bağışıklığı vardır, dayanaklığı vardır. Döviz ihtiyacıyla ilgili bir sıkıntımız yok, Merkez Bankası rezervleriyle ilgili hiçbir sorunumuz yok.
Kaldı ki dövize olan iç ihtiyacı azaltacak, milli paramıza, Türk paramıza yönelmeyi cazip hale getirecek tedbirleri de birer birer alıyoruz. Kısa vadeli tedbirleri 10 milyar doları bulan bir tedbirden bahsediyoruz. Dolayısıyla gelecek aylarımız, günlerimiz bugünlerden daha güzel olacak. Bu türbülansta, bu oynaklıkta acele karar vermenin bir maliyetinin olacağını da gerek iş adamlarımız gerek vatandaşlarımızın bilmesinde yarar var. Bu gibi durumlarda beklemek, durumu net olarak görmek en doğru yoldur. Hükümetimiz olaylara hakimdir, gelişmeleri anı anına takip ediyoruz."
Kamuoyunda zaman zaman "Ekonomiyle ilgili çok seslilik var, çok başlılık var." iddialarının gündeme geldiğini, bunları kabul etmediğini anlatan Yıldırım, Ekonomi Koordinasyon Kuruluna başkanlık ettiğini, kendisinden sonra da ekonomiyle ilgili konularda sorumluluğun Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'te olduğunu belirtti.
Yıldırım, öğretmen istihdamıyla ilgili soruyu şöyle yanıtladı:
"Şu anda 1 milyona yakın, 960 bin civarında öğretmenimiz var. AK Parti iktidarından önce öğretmen sayısı 400 bin civarındaydı. Yani yüzde 100'den fazla artma olmuş. Öğrenci sayısı yüzde 100 artmadı. Şu anda norm kadrolarla kıyasladığımız zaman en az 50 bin öğretmen fazlamız var. Öğretmen açığımız olan yerler de var. Niye? Belirli yerlerde yığılma var, ondan kaynaklanıyor ama buna rağmen biz FETÖ operasyonundan sonra 15 bin acil öğretmen aldık sözleşmeli olarak ve görev yerlerine gönderdik. Şu anda çok ciddi bir öğretmen açığı söz konusu değil. Zamanla emekli olanlar, ayrılanların yerini dolduracak 2017'de de öğretmen atamaları yapılacak."
BİR NESLİ ZEHİRLEDİLER
Okul öncesi eğitimle ilgili yeni bir reformun planlandığı belirtilerek ayrıntıların sorulması üzerine Başbakan Yıldırım, 2019'a kadar bütün okullarda sabahçı-öğlenci uygulamasının biteceğini ve tam güne geçeceğini aktardı.
Bunu hükümetin en önemli kararlarından biri olarak nitelendiren Yıldırım, okul öncesi eğitim öğretimi mecburi hale getireceklerini de vurguladı. Bunun eğitimde en büyük reformlardan, dönüşümlerden biri olacağını dile getiren Başbakan Yıldırım, çocukların 2-3 yaşlarından itibaren eğitime başlayacağını, okul ortamıyla tanışacağını söyledi. Yıldırım, çalışmaların sürdüğüne işaret ederek, bu uygulamalara ilişkin "Bu kadar okul var mı" eleştirilerini de hesaba dayanmayan, afaki söylemler olarak değerlendirdi.
Öğretmenler Gününü kutlayan Yıldırım, öğretmenliğin sevmeden yapılamayacağını ifade etti. Herkesin ilkokul öğretmenini mutlaka hatırladığına dikkati çeken Yıldırım, şöyle konuştu:
"Bizi hayata hazırlayan, bizim gelecek yıllardaki kimliğimizin teşekkül etmesine katkı sağlayan en önemli insandır. Ailemizden bile fazla. Eğitim hayatımız boyunca ortaokulda, lisede, üniversitede bizi etkileyen mutlaka bir veya birden fazla öğretmenimiz olmuştur. Onun için öğretmenler aslında sadece eğitim vermiyor, gelecek nesillerin de nasıl şekilleneceğine karar veriyor.
Peki, 'Bu canlı bombalar, insanların hayatına gözünü kırpmadan son verenler, uçakları, helikopterleri çalıp milletin üzerine bomba yağdıranlar, bunlar da o öğretmenlerin öğrencileri değil miydi?' diyeceksiniz. Nazi Almanya'sında insanları en kaliteli şekilde o fırınlarda yakmak için en iyi mühendisler kullanıldı, acı vermeden öldürecek en iyi doktorlar kullanıldı. Zehirleme, insan aklını formatlama konu olunca eğitimin önemi kalmıyor. Maalesef bu FETÖ de böyle bir şey. Maalesef temiz duygularımızı, kutsallarımızı kullanarak bir nesli zehirlediler ve bugünleri yaşadık. Allah'tan tehlike alenileşti, 15 Temmuz'da ortaya çıktı."
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın FETÖ ile ilgili mücadeleyi 2010'dan beri verdiğini vurgulayan Yıldırım, "Bu mücadeleyi neredeyse tek başına verdi. Birçok kendi partimizden de arkadaşlarımız anlamakta zorlandılar ama tehlikenin ne boyutta olduğunu, ne ağır sonuçlar meydana getireceğini, 17-25 Aralık'ta, 15 Temmuz'da bu süreçte şahit olduk. İnşallah öyle bir belayla daha bu ülke imtihan olmaz." ifadelerini kullandı.